Fethullah
Gülen’in meşhur bedduasından sonra kendilerine “Hizmet Hareketi” diyen kesimin
yayın organlarında takınılan tutum sokaktaki insanın bile dikkatini çekti.
Toplumun hemen her katmanındaki insanlar tarafından iyi duygular beslenen adı
geçen camia birdenbire sorgulanır oldu. Her geçen gün “sorgular” insanlarda
tahminlerin üzerinde şüpheler uyandırdı. Doğrudan ilişkisi var mıdır yok mudur
bu ilerleyen zaman içerisinde elbette ortaya çıkacaktır. Fakat 17-25 Aralık
tarihlerinde yapılanların bir darbe girişimi olduğu inancı her geçen gün pekişmektedir.
İnsanları böyle düşünmeye sevk eden asıl etken ise Hizmet grubunun topyekûn
iktidara açıktan cephe alması oldu. Daha yakın bir zamana kadar iktidarın
yanında yer aldığına inanılan Hizmet Grubunun ani çıkışları ve yine daha önce
şiddetle karşı olduğu ya da karşı imiş imajını uyandırdıkları malum çevreler
ile el ele kol kola saldırıya geçmesi izahı zor paradoksal bir duruma neden
oldu.
Hizmet
Hareketi, kendilerine karşı varolan olumlu genel kanaatin kaybedilmemesi adına
yapılan savunmalar hiç te tatmin edici bulunmuyor. Medyada yer alan ses kayıtları,
Hizmet Hareketinin bilinenin aksine “işler içerisinde” olduğu şüphesini iyice
artırdı. Başında Fethullah Gülen’in olduğu hareketin yapısı hakkında çeşitli
senaryolar üretilmektedir. Ancak şu da bir gerçek ki “yandaş” denilen kesimde ki birçok insan, bu yapı hakkında, vatandaş
olarak bizim bilemediğimiz bilgilere sahip olmalarına rağmen İslâm’dan kaynaklı
ahlakları gereği fitne ateşinin yükselmemesi adına sustukları kanaatindeyim.
Peki, Hizmet grubu neden aynı hassasiyeti göstermeyip; milletin kalbinde yer
eden iktidara saldırıyor? Acaba “ne kadar saldırır ve savunma yaparsam kamuoyu
ve taraftarlarım nezdinde o kadar haklı olduğum inancı artar.” diye mi
düşünüyor?
F.Gülen
cemaati neye güvendi, hangi hesapları yaptı da böylesine ani bir cephe alma
gereğini duydu, şayialar muhtelif. En iyi kendileri bilir. Daha da önemlisi
tarihe düşen bu kayıt kolay kolay silinmez. Yazık olmuştur. Fakat bu son
olaylar insanlara, siyasetin nasıl da ciddiye alınması gerektiği hususunda iyi
bir uyarıcı olmuştur.
17-
25 Aralık 2013 olayları vesilesi ile hakkında birçok eser yazılan ve efsane
haline gelen Hasan Sabbah’ı da gündeme almış olduk.
Hasan
Sabbah’ın doğum tarihi net değil;ancak Miladî 1124 tarihinde vefat ettiğinde
mutabakat var.İranlı ve İsmailî mezhebine mensuptur.Asi ruhlu bir yaratılışı
var ve zeki.Bilahare kendi mezhebini kurmuştur.
İsmaîlilik,
Hz. Ali’nin nesebinden olan İmam Cafer-i Sadık’ın oğlu İsmail’den adını alır.
İslâm’a kalben inanmayanlar, Müslümanların gücünden korktukları için Müslüman
görünmek ihtiyacını hissetmişler. İslâm’a doğrudan cephe almak yerine Hz.
Muhammed’in soyundan gelen insanları kendilerine siper etmişler. Hilafet
meselesi nedeniyle ortaya çıkan daha doğrusu çıkartılan kaostan istifade ile
Hz. Ali ve onun soyundan gelenler maalesef çeşitli kesimler tarafından
isyanlarına aracı kılınmıştır. İsmaililik gibi birçok bâtınî mezhep var. Hasan
Sabbah’ta işte bu Bâtınilerden bir tanesidir. Açıkçası bunların İslâm ile
ilgileri yoktur. Günümüzde de insanları, gerçek İslâm ile yüzleştirmeyen
Bâtıniler var. Bunlar kimdir, nasıl tanıyacağım diyorsanız haklısınız.
Bâtınîleri tanımanın en kolay yolu şudur: Kim ki “Peygamber sadece bir aracıdır”
diyorsa ve kim ki “Peygamber olmadan da herkes kur’anı anlar ve hüküm çıkarır”
derse, ya da kim ki “Peygamberin hadisleri esas alınmaz” derse/diyorsa işte
o/onlar Bâtınîdir.
Peki,
Bâtınilik nedir, ne anlama geliyor? Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerin, bir Bâtınî
ve bir de zahîrî anlamları var. Peygamberimiz, bize Kur’an’ın zahîrî anlamını
teferruatıyla aktarmıştır ve bunda Müslümanın zerrece şüphesi yoktur. Ancak
İslâm Dinini de tahrif edilmiş Hristiyanlık ve Yahudilik gibi yapmak isteyenler,
sarih olan, anlaşılan Kur’an hükümlerini görmezden gelip, ille de bize
açıklanmayan gizli anlamlar lazım diyerek inat ve ısrar ile tahrifata ve
dejenarasyona devam etmektedirler.
Kur’an’da,
hâşâ Peygamberin bile anlamadığı (!),bunların anladığı nedir? Yunan
filozoflarından, Mecusilerden, Putperestlikten tutun ne kadar pagan gelenek,
görenek varsa hepsini karıştırıp, akıllara seza hükümler uydurulmuştur/uydurulmaktadır.
Peygamberin bize bildirdiği Kur’an’ı
akıllarınca yorumlayan, eksiklik iftirasını atan ve namazı, orucu, haccı ve imanın
diğer temel esaslarını görmezden gelenler kimler ise işte onlar Bâtıni’dir ve
Hasan Sabbah’ın yüzyıllar sonrası ortadaki mülhid müritleridir.
Hasan
Sabbah örgütünün temel özelliği, sırlarının olmasıdır, yani bugün bile tam
olarak yapısı bilinmeyen bir örgüttür. Selçukluların ve İslâm’ın belası olmuşlardır.
Hedefleri için öylesine şartlandırılmış elemanları var ki ölümden çekinmiyorlar.
Örgütün en üst yöneticisi olan Hasan sabah’ın emri ile Alamut Kalesi’nden
aşağıya atlayarak paramparça olabilmekte veya tereddütsüz kendi boğazını
kesmektedir.
Nizamül
Mülk gibi Selçukluların birçok üst düzey yöneticisini katleden Sabbah’ın
fedaileri, kendilerine itiraz eden, aleyhlerinde konuşan âlimleri (Fahrud-din
Razi gibi) ,kendilerine maddi destek sağlamayanları ve diğer güç sahibi
kişileri de şantaj ve tehdit ile susturmuşlardır. Hatta Fahrud-din Razi’ye, “hocam, bu haşhaşîler aleyhinde artık konuşmuyorsun
neden? diye sorduklarında o da,…onların delilleri çok kuvvetli ve etkileyici”
demiştir.Bütün bu cinayetleri, haşhaş içirerek uyuşturduğu ve yalancı
cennetine taşıdığı fedaileri vasıtası ile yapmaktadır.Sabah uyandığında
yatağının yanında yere saplı bir hançer gören yada günümüzde beşer olmanın
zaaflarıyla yaptığı uygunsuzluğun kasetini masasında bulanların haleti
ruhiyelerini bir düşünün.Bu vesile ile adına “İslâmî terör” dedikleri
örgütlerin İslâm ile ne kadar bağı olduğunu da düşünmeliyiz.
Bilindiği
üzere eskiden kölelik vardı; İslâm geldi ve yok etti. Ancak bugünün medenileri
daha düne kadar köle ticareti yapıyorlardı. Örgütlere itirazsız muti olanların, kölelerden hiçbir farkı yok. Bunlar
girdikleri örgütlerin sırrına vakıf oldular ise onları ancak ölüm ayırır. Yani
örgüt militanları “Müdebber Kölelerdir.” Müdebber kölelerin hürriyeti sahibinin
ölüm şartına bağlıdır, ne zaman ki sahibi ölür o da o zaman hürriyetine
kavuşur, ömrü yeterse tabi.
Başbakan
kimleri haşhaşîlere benzetti bilemiyorum. Allah hepimizi Haşhaşî felsefesine
sahip olanların şerrinden korusun.