28 Mart 2014 Cuma

Devlet Sırlarının İfşa Edilmesi


Büyük Selçuklu Devleti'nin 30 yıla yakın bir süre ile vezirliğini yapan Nizamülmülk'ün,bilgi birikimi ve tecrübeleri ışığında yazdığı Siyasetname'si meşhurdur.Nizamülmülk'ün Siyasetnamesinden farklı ya da benzer daha birçok “Siyasetname” var.Siyasetnameler,esas itibarıyla devletin yönetiminde bulunanlara neler yapması ve nasıl bir yol ve yöntem izlemesi gerektiğine dair önerilerin yer aldığı eserlerdir.Zamanı itibarıyla Padişaha ve dolaylı olarak devlet yöneticilerine yapılan önerilerin temel esası, adaleti sağlanmasıdır.İslâm dinine mensup toplumun, idaresinin temelinde adalet vardır.Hz.Ömerin dediği gibi:Adalet Mülkün temelidir.

Siyasetnameler,günümüz köşe yazarlarının,bir kısım akademisyenlerin ideolojik inanç ve ahlaklarına uygun düşen önerilerini iktidara önermesine benzemez.Bu eserler,olumlu-olumsuz neticeleri görülmüş yaşanmışlıkların neticesi dikkate alınarak ve yer yer hikayelendirilerek ders çıkarılma noktasına getirilmiş önerilerden oluşmaktadır.İki kere iki'yi çarparsanız dört,toplarsanız dört ve biribirinden çıkarırsanız sıfır olur gerçekliği gibi inkârı gayri kabil dusturlar içermektedir.Selçuklu gibi Osmanlı gibi yönetimlerin yüzyıllarca varlığını sürdürebilmesinin temel dinamiği adalet olmuştur.Adaleti, inancının bir gereği olarak gören ve uygulanmasında tereddüt gösterilmediği zamanlarda devlet yücelmiş,millet huzur bulmuştur.Ne zaman ki adalet uygulamasında zaafiyet gösterilmiş,işte o zaman İbni Haldun'un “üç nesil” teorisi devreye girmiştir.

Bütün toplumların adalet anlayışının temelinde din inancı ve ahlak anlayışı vardır.İnanç ve ahlak anlayışlarına ters düşen hukuk anlayışlarının toplum tarafından gönül rahatlığı ile kabul edilmediği,dolayısı ile sıkıntıların yaşandığı bilinmektedir.

Aristotales'in de dediği gibi,herkese eşit davranmak anlayışı tek başına adaletin sağlanmasında yeterli değildir.Herkesin hakkını aradığında hem hak arayanın hem de toplum vicdanında karşılığı olan bir adalet anlayışı hakim kılınmalıdır.Örneğin,İslâm'daki kısas cezası özellikle dindar olmayan ve dine karşı olan kesimin yoğun propaganda etkisi ile,mukallit müslümanları da etkileyerek yadırganır bir ceza olduğu kanaati oluşturulmuşrur.Haksız yere bir insanın öldürülmesini,bütün insanlığa karşı işlenmiş bir cinayet olduğu İslâm'da yer bulmuşken,”kısas” hükmünün vahşilik ve insan haklarına aykırı bulunması tamamen seküler düşüncenin “yerel” ürünüdür.Masum bir insanın hayatına son vermenin cezası,iki kere ikinin dört etmesi gibi,öldürme fiilini işleyenin de canından olmasıdır.Maktülün murislerinin vicdanında karşılık bulmayan bir ceza ile katil cezalandırılmış olmaz.Benim düşüncem böyle...

Ceza,insanın varlığına,kişiliğine,karakterine,inancına uygulanan bir karşılık olmayıp;o insanın işlediği suça ilişkin bir müeyyidedir.Hiç bir suç cezasız kalmamalıdır.Cezanın olmadığı bir hukukta adalet de yoktur.

Son zamanlarda organize olduğu ve sistematik bir çalışma ile devlete cephe almış bir “Paralel yapı” ile karşı karşyayız.Bu yapının faaliyetleri ile doğrudan devletin varlığına kastettiği artık gizlenemez bir hal almıştır.

Bu örgütün kimlerden emir aldığı,kimlere hizmet ettiğini bilmek ve takip ile açığa çıkarmak devletin asli görevlerindendir.Millet olarak huzur içerisinde yaşamamızın teminatı olan devlete karşı yapılan ihanetlerin ve saldırıların cezasız kalmaması mutlak surette sağlanmalıdır.Devlete karşı yapılan saldırılar topyekün halka ve dolayısı ile her bireye yapılmış bir saldırıdır.

27 Mart itibarıyla medya vasıtasıyla, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan,Bakanlık Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'in, Suriye sınırları içinde bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin toprağı olan Süleyman Şah Türbesine yönelik saldırıları değerlendirmek üzere yaptıkları toplantıdaki bilgilerin elde edilip deşifre edilmesi,bir casusuluktur ve devlete ihanettir.

Bu ihaneti yapan bir kişi mi ya da bir örgüt mü henüz belli değil.Ancak “örgüt” işi olma ihtimali çok yüksek ve kamuoyu kanaati bu yöndedir.Bu kişi veya örgütün bulunması ve devlet geleneğimizin,uluslararası hukukun adalet anlayışı çerçevesinde muhakkak gereği yapılmalıdır.Bireysel ceza uygulaması, failin bir kişi olması durumunda daha net karşılığı varken,örgüt olması durumunda sadece bilinen veya belirlenerek yakalanbilen kişilerin cezalandırılması adaletin tecelli ettiği kanaatini var etmez.Çünkü Kendisi var olup varlığını sürdüren bir örgütün yeni eleman bularak veya henüz yakalanamayan elemanları ile faaliyetlerine devam edeceği açıktır.Onun için devletin bütün kurum ve kuruluşları ile bu örgütün yapısının bilmesinde ve kamuoyuna duyurulmasında çok büyük yarar var.Böyle yapılmasının nedeni,devletin bilip fakat vatandaşın bilgi sahibi olmadığı ve hatta örgüt olduğu hakkında en ufak bir şüphesi olmadan,özellikle dini duyguların etkisi ile yardımda bulunması mümkündür.Bu düşünce son aylarda “Paralel yapı” denilen örgütün, insanların dinî duygularını kullanılarak güç kazandığı kanaati üzerine belirtilmiştir.Yoksa komünist,faşist ya da ırkçı veya etnisite üzerinden yapılanan örgütler de aynı şekilde değerlendirilmelidir.

Sakın ola ki özellikle son aylarda hız kazanan bu tür ihenetlerin tek amacının Başbakan Erdoğanı alaşağı etmek olduğu gibi bir düşünceye kapılınmasın.Amaç açıktır:Devleti birilerine (Uluslararası güçler) peşkeş çekerek,rahatça oyunlarını sergileyebilecek hainlerin,bilerek,isteyerek yaptıkları faaliyetlerdir.Milletimizin geleceğine kasteden bu yapıların yokedilmesi kaçınılmazdır.Bunu da devlet, millet adına üstlendiği eğemenlik hakkını kullanarak yapacaktır.

Bilindiği üzere bir zamanlar bu ülkede komünizm yasak idi.Çünkü devletin bu tür zararlı doktrinleri yasaklayabilme iradesi her zaman için vardır.Ölçü, devletin bekası, milletin huzur ve güveni değil mi?

O halde,Nizamülmülkün siyasetnamesinde şu hüküm dikkate alınarak derhal gereği yapılmalıdır: Dört nevi mücrim vardır ki,Padişah anların cürmünden iğmaz etmemelidir.( Yani,Padişah bu dört suçu görmezden gelemez ve mutlaka cezasını vermelidir.)
- Birincisi,memlekete kasteden adamdır,
- İkincisi,Padişahın haremine kasteden adamdır,
- Üçüncüsü,dilini tutmayan adamdır,
- Dördüncüsü,lisanen padişahla beraber olan ve kalben muhalifleriyle müttehid (birlikte) olarak anların âmiline (yaptıklarına) muvafık tedbir ittihaz eden âdemdir.”


















21 Mart 2014 Cuma

Kimse Ölmek İstemiyor

Yıllar boyu yaptığı hizmetler ile hep takdir ile kamuoyunda yer edinmiş olan Fethullah Gülen ve cemaati,önceleri Gezi eylemleri ile sonra Mavi Marmara olayında ki tutumu,daha sonra Mısır'da halkın iradesi ile ve sandıktan tercih ile meşruiyet kazanan Muhammed Mursi'yi darbe ile al aşağı eden Sisi yönetimini alkışlaması nedeniyle nefretin kaynağı oldu.

Nefret yerini, artık insanları bu cemaatin veya Hizmet hareketinin aleniyet kazanan faaliyetleri nedeniyle “yok edilmesi” noktasına getirdi.Daha önce açıktan destekleyen veya en azından sempati duyan ve Uluslar arası sahada görev yapması ve oradaki okullarında eğittiği çocuklardan oluşturduğu koro ile halk üzerinde olumlu sosyolojik algılar oluşturan bu cemaat nasıl oldu da bu noktaya geldi? Bunun bir çok izahı olabilir.Ancak bu son zamanlarda hareketin lideri ve kurucusu olarak bilinen Fethullah Gülen'in yazılarının okunması,açıklamalarının açıkça bilinen ve istikrai okumalar neticesinde varılan kanaat dehşet verici.Daha önce o mahzun,masum ve gayet safiyane hisler ile yapıldığına inanılan konuşmaların ve çalışmaların görünür ve algılanan biçimde olmadığı anlaşıldı.
Soldan ve sağdan siyasi çevrelerin desteğini almakta ki en büyük etken,diğer ülkleerde açmış okullar olduğu anlaşılıyor.Ecevit gibi bir insan bile Fethullah Gülen'i savunma ve koruma gereği duymuşsa,bunun Fethullah Gülen'e şakirt olmasından değil,özellikle dışarıdaki okulların oralarda oluşturduğu intibaadan kaynaklı olduğunu anlamak gerek.

İnsan doğası gereği ölümlüdür;fakat hiç kimse de gönüllü olarak ölüme razı değil.Derler ki Hz.İbrahim 200 yıl yaşadı.Bir gün çok yaşlı bir adam Hz.İbrahim'e misafir oldu.Yaşlı adam,üstünü başını batıracak şekilde yemek yemiş.Hz İbrahim çok üzülmüş ve sormuş:Sen niye böyle yemek yiyorsun,bak üstünü berbat ettin.Adam,bu davranışının yaşlılıktan dolayı olduğunu,gözlerinin iyi görmediğini,ellerinin titrediğin,dişlerinin olmadığını açıklamış.Hz.İbrahim: Allah'ım beni bu duruma düşürmeden canımı al,diye duada bulunmuş.Hz.İbrahim'in bu duasına şaşıran yaşlı adam,neden böyle bir duada bulunduğunu söylediğinde,Hz.İbrahim,onun durumuna düşmek istemediğini ifade etmiş.Yani o hale düşüp malul olmaktansa bilinci yerinde ve bakıma muhtaç duruma düşmeden ve insanların nazarında acınacak hale gelmeden gitmenin evla olduğunu ifade etmiş.O zaman yaşlı adam kendisinin Azrail olduğunu ve eğer musaadesi olursa canını almaya geldiğini açıklamış.Peygamberlerin ruhu onların izni alınmadan alınmazmış.Hz.İbrahim bu ani karşılaşma karşısında tereddüde düşmüş te olsa,vaktin geldiğini ve gitmenin evla olduğu inancı ile ölümü kabullenmiş ve teslim olmuştur.

Yaşlılık elbette kötü bir şey değildir.İnsanlar,mümkün olsa yaşlanmak istemezler ve hele ölmeyi hiç istemezler.Kaçınılmaz olan ölümden sonra da anılmak isteyenler,gençken yatıkları iyi işleri ölüm düşüncesinin bünye ve düşünceler üzerinde ki etkileri görülmeye,hissedilmeye başlar.Bu tip insanlar,sanki ölümden sonra dünyada bıraktıklarını görmek ister gibi davranışlar içerisine girerler.İşte yanlışlar,hatalar da tam bu tür düşünceler aşamasında başlar.

Kamuoyu ve devlet nezdinde ki itibarını bir anda yok eden Fethullah Gülen ve şakirtlerinin son zamanlardaki davranışlarının asıl nedeninin gittikçe yaşlanan Fethullah Gülen'in bir an önce yıllar boyu düşlediği ve emek vererek bir noktaya getirdiği hareketinin semeresini öte dünyaya gitmeden görme isteğinin neticesi olduğu gibi bir kanaat oluştu bende.Yoksa güzel güzel işleyen ve tepkiler yerine hem halk hem de devlet düzeyinde takdir edilen bir hareket neden ve niçin bu hale getirilsin ki?


Demek ki niyet samimi olmayınca,rezilet kaçınılmaz oluyor.

18 Mart 2014 Salı

Ak Parti Nedir,Erdoğan Kimdir?

Çok ciddi bir örgütlü yapılanmanın açıkça cephe almasına rağmen, Ak Parti'nin halk nazarında ki itibarının yok edilememesinin nedenleri mutlaka incelenmesi gereken bir husustur.Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki Ak Parti'ye karşı yapılan çalışmalarda sadece,CHP,MHP,BDP ve benzeri siyasal yapıların yanında ,legal görünümlü STK ve illegal örgütler el ele ve genellikle de ortaklaşa muhalefet çalışmaları yapmış ve devam ediyorlar.Biribirinden farklı fikir sahibi olduğu bilinen bu yapıların bir arada bulunmasının sebep ya da sebepleri nelerdir?Bu sebepleri sadece Başbakan'ın diktatör olduğu varsayımında birleştimek mümkün değil.Bir diktatörün olduğu ülkede Başbakanın anasına küfür edilemez,burada yazılması bile insan onur ve haysiyetine yakışmayacak kelimelerden oluşan cümleleri yazmak yürek ister.Oysa bu cephede bulunanların o yüreğe sahip olmadığı bilinir.Güçlüye kulluk bu insanların en belirgin özelliğidir.Başbakan'ın diktatör olmadığından öylesine eminler ki,rahatça yazıp çiziyorlar.

28 Şubat döneminde medyanın kahraman yazarları!,yargıçlar,işadamları,askerden brifing almak üzere koşa koşa gittiler.Çünkü o dönemde “ben demokrat,liberal,sosyalist bir adamım,askerden brifing almam,özgür irademi kullanma erkine sahibim” deme cesaretini kendilerinde bulamadılar.Adaletin temsilcisi insanların brifing sonrası paşalarını kesintisiz sekiz dakika süre ile alkışladıkları malum.Anayasa Mahkemesi,Yargıtay,Danıştay ve HSYK başkan ve üyelerinin yanısıra dönemin Cumhurbaşkanı Demirel hangi saiklerle bu toplantılara katıldıklarını kamuoyuna açıklamış değiller.Hani hukuk kimseden emir almazdı,hani kahraman yazrlarımız kimseden almazdı?


27 Mayıs 1960 darbesini askere yaptırıp,Başbakan Adnan Menderes'in,Dışişleri Bakanı fatin Rüştü Zorlu'nun ,Maliye Bakanı Hasan Polatkan'nın idamında çok önemli rol alanlara,İhtilali yaptık,Anayasa çalışmalarınızı getirin denildiğinde,bizim böyle bir çalışmamız yok,nasıl bir Anayasa istiyorsunuz diyenlerin,askeri nasıl kandırarak,”göreve çağırdıklarının” ilginç detayı olarak anlatılır.

Ordumuzun, belli periyotlarla ülkemizde darbe ve ihtilal yapmasının arkasında,hiç şüpheniz olmasın ki yazarlarımızın,akademisyenlerimizin,entellerimizin oturdukları yerde,illegal yapıların uçuk tercihlerine çanak tutmalarındandır.Binlerce öğrencinin yol çalışmalarında asfaltın altında dolgu malzemesi olarak kulanıldığı,Et Balık tesislerinde kıyma olarak kullanıldığı gibi,toplumu ve daha da fazlası ülkenin güvenliğinden sorumlu orduyu ajite edici düşüncelerin gerçekmiş gibi sunulması sanırım sadece bizim “düşünenlerimize” has bir özelliktir.Daha ilginci,bunların gerçek olmadığı biline biline inanmış gibi davranan ve histerik çılgınlıklarla destek çıkan bir kamuoyunun olmasıdır.Bu tür yalan iddialara destek verenlerin, oluşturulan algılar üzerinden hareket ile hedeflerine varabilme gayreti var.

Bugün Ak Parti'ye, daha doğrusu hareketin karizmatik lideri Erdoğan'a karşı tedavi kabul etmez derecede birikmiş bir kin var.Bu kin birikiminin oluşmasında en büyük etken,Erdoğan liderliğindeki Ak Parti döneminde yapılan çalışmalardır.İdeolojik öğretinin esiri olmuş ve o görüşlerin dışında var olan düşüncelere kapalı olan ve tek doğru bilgi kaynağının kendileri olduğuna inanan/inandırılan muhakeme ve yorum melekesinden yoksun insanların varlığı toplumlar için felâketin temel unsuru olarak maalesef varlığını sürdürmektedir.16 Mart 2013 tarihli Star gazetesi eki Açık Görüş'te, Selman Bayer tarafından :” Terry Eagleton'un dediği gibi,kendisine yaşadığını ispat edebilmek için ötekini yok etmenin çirkin hazzına kaptırıveren ergenlerden ibaret bir entelijansiya...” varlığına sahip olan bir toplumda yaşamaktayız.

Başka bir yerde yeniden yeşertilmek üzere sökülen birkaç ağaç için sokağa dökülen insanların,eylemlerinin hangi saiklerden kaynaklı olduğunu bilmeden;oluşturulan algı üzerinden,masum kesim tarafından da kabul edilebilir bir duruma getirilmesinde “ergen entelijansiyamızın” etkisi kabul edilmelidir.Sokaklarda terör estiren yığınları,”...sokağa inen vicdan seli..” diye yazmak,içinde yaşadığı toplumun değerlerinden bi haber olmanın ifadesidir.Yakıp yıkmadan;mağduriyetlerinin giderilmesi ve haklarının iadesi için sokağa çıkmayan “vicdan seli” ni görmeyenler,ya ihanet ya da gaflet içindeler.

“Yurtta sulh,cihanda sulh” düturunu,çağın zaman içerisindeki gelişmelerinden habersiz bir yaşam ve varolma gibi anlayanların, Erdoğan'a karşı gelmeleri kendi mantıkları ölçüsünde normaldir.Anlamını kavrayamadıkları ilkeleri, hayatlarının vazgeçilmez ezberi olarak kabul edenlerin varlığı, artık yenilenmenin,gelişmenin önündeki engel olarak görülmemesi gereken bir noktaya gelinmişse bunda Başbakan Erdoğan'ın etkisi çok fazladır.Toplum bunun farkına varmış ve Ak Parti'yi düzenin sıradan bir partisi olarak değil;geleceğini aydınlatacak yolda yürüyen ve isteklerini gerçekleştiren, toplumsal ve milli bir hareket olduğunun bilinci ile sahip çıkmaktadır.


Toplumsal mutabakatın neticesi olarak siyaset arenasında yer bulan Ak Parti sevgisini, klasik taraftar kriterleri ile değerlendirmek yanlış bir yöntemdir.

14 Mart 2014 Cuma

Sokak Eylemleri ve Figüran Gençler

          Ondört yaşında bir çocuk kendi iradesi ve kararı ile sokağa çıkıp,isyan hareketine katılamaz.Yani bu yaştaki çocuk reşit değil.Sosyal olaylarda nasıl davranması gerektiğine ilişkin  bilgi birikimine sahip dağildir.Bu yaştaki bir çocuk ancak telkin ve umut verme neticesinde sokağa eylem için çıkartılır.

Eylemlerlerde, sadece bir figüran olarak kullanılan gençler, örgüt /örgütler için  "çok kıymetli"  elemanlardır.Örgütler,normal zamanlarda ki "sosyal hayatın" sıradan gençlerini sokak eylemlerine katarak, yığın içerisinde "kimlik kazandırma" propagandası ile etkiliyor.O yaşlarda ki gençlerin en büyük hayali,basit bir hayat yaşarken medyanın etkisi ile kahramanlaştırılan insanlara benzemesidir.Özellikle aile eğitiminin yetersiz olduğu çocuklar "örgütler" için bulunmaz birer malzemedir.Örgütler,ideolojileri için kullanacağı insanları "malzeme" olarak görür.13 Mart 2014 tarihli Radkal gazetesinin internet sahifesinde,Berkin ile ilgili haberin başlığı: "Berkin Rekoru" şeklindedir.Berkin hangi rekoru kırmıştır.Aylarca makineye bağlı yaşaması mı yoksa o yaşta ölmesi mi?Bu başlığın amacı, Berkin yaşında ki gençlere: "Sizler de Berkin gibi,eylemlere katılıp öldüğünüzde işte böyle kahraman olur,binlerce insan tarafından toprağa verilirsiniz." demektir.

Gezi eylemlerinde günlük Twit sayısı yirmi milyon iken ,Berkin'in ölümü ile bu oran dünya çapında 70 milyon olmuş.Bir çocuğun ölümüne üzülmekten çok,Berkin'in ölümü ile, yapılan ve yapılacak olan sokak eylemlerine sağladığı etki oranı ölçülmektedir.Yıllar yıllar sonra Recep Tayyip Erdoğan gibi ne yaptığını ve niçin yaptığını bilen ve kamuoyu tarafından şimdiye kadar pek kimseye nasip olmamış bir sevgiye muhatap olmuş bir liderin varlığı,gizli emelleri olan bir çok kesimi çıldırtmaktadır.Çünkü bu "uzun adamın" varlığı devam ettiği sürece,eriyip yok olmaktan korkanlar,ne pahasına olursa olsun engelleme yolları arayışındalar.

Bütün siyasi partilerin,görünürde de olsa demokrasi istediği bir ülkede yaşıyoruz.Demokrasinin temel esası,herkesin fikrini engellenmeden söyleyebilmesidir.Yeter ki bu fikirler bir başkasının düşüncesine mani olmasın,en aykırı düşünce dahi olsa söylenebilme özgürlüğünde olabilsin.Cumhuriyetimizin, özellikle son on yılda giderek demokratikleştiği ve bu gelişmelerin devam edeceği inancı hakim.Ancak,tam da umutlandığımız zamanlarda olduğu gibi,demokratikleşme çalışmaları yapıldıkça bazıları çok rahatsız oluyor.Rahatsızlıklarını, ifade hürriyeti bağlamında kitlelere iletmek yerine,zor kullanmak tercih ediliyor.Zor kullananlar,topluma hitap edemeyen aykırı düşüncelere sahip olan kesimler.

Toplumun kabul etmediği düşüncelere sahip insanların varlığı kabul edilmesine karşın,bu insanların canlarının istediği zaman ve yerlerde,sokakları yakıp yıkması,esnafın malını talan etmesi gibi fiili eylemler hiç bir şekilde kabul edilemez.Bu tarz eylemlerin demokrasilerde yeri yoktur.Demokrasilerde şu var: Bir başkasının hürriyetini engellemeden, düşündüğünü söyleyebilme ve hak isteme özgürlüğü var.Azınlığın kendisini özgür hissettmesi var.Ülkemizde demokrasiyi kabullenemeyen,çatışmayı ideolojilerinin gereği olarak kabul edenlerin,hukuk içerisinde devlet tarafından müdahale görmesi çok normaldir.Polisin ve askerin demokrasilerdeki görevi,içeride ve dışarıda gelebilecek tehlikeler karşısında halkın huzurunu sağlamasıdır.

Özellikle Gezi eylemlerinden sonra,eğer "polis olmasaydı ,olaylar bu noktaya gelmezdi" argümanı bilinçli ve sistematik bir halde topluma enjekte edilmektedir.Berkin için toplanan binlerce insan yürürken polisin müdahalesi olmadı.Polisin müdahalesi ile karşılaşmayan eylemciler, defin işleminden sonra Taksim'e yürüyüşe geçme kararı verdiler.Neden? Çünkü amaç o ölen çocuk için tören yapmak değildi.Toplumumuzda azınlığın azınlığı olan,demokrasi düşmanı, ideoloji esiri militanların amacı, toplum üzerinde korku oluşturmak,meşru iktidarı yoketmektir.Bu tür azgınlıkların karşısında halkı korumak  için devletin gücünü kullanması demokrasinin tabii kuralıdır.Polisin müdahalesi ile karşılaşmayan militanlar,durduk yerde askerden üç ay önce gelmiş gencecik bir insan olan Burak Can Karamanoğlu'nu öldürdüler.Toplumun değer yargıları gözönünde tutularak;ortalık yakılıp yıkılmadan,talan yapılmadan, kılınan cenaze namazından sonra köyünde toprağa verildi.

Dini ve milli değerlerini muhafaza eden ve demokrasi ilkeleri çerçevesinde huzur içinde yaşamak isteyen; sesini sokakta değil,sandıkta veren kahir ekseriyeti çıldırtacak noktaya gelinmez inşallah.

5 Mart 2014 Çarşamba

Ak Partinin Alternatifi Var mı?

Demokrasi kurallarının işlediği bir ortamda Ak Parti iktidarının sonlandırılamayacağı kanaatine varan odaklar gayrı meşru yollara başvurdular.Artık bu gizlenen ve bilinmeyen bir husus değil.Ak Parti'nin iktidardan gitmesi veya kalması da aslında hiç önemli değil.Bu iktidarın kalmasını isteyenlerin esas amacı particilik de değildir.Hiç kimse bunların kara kaş,kara gözüne vurgun değil.

Yıllarca ezilen,insan yerine konulmayan,hep güdülecek adam olarak görülen insanlar bu iktidar sayesinde kimlik sahibi olduklarının farkına vardılar.Belki de ilk defa hür iradesinin meyvesini bu iktidar sayesinde aldılar.Medyanın desteğini de alarak oluşturulmaya çalışılan “şüphe algısı” bu sefer kabul görmeyecek.İnsanlar neyin niçin yapıldığının farkında.

Muhalefet grubunda yer alanlar,”bu iktidarın alternatifi yok” denildiğinde çıldırıyor.Ama şunu unutuyorlar:Ak Partiye oy vererek destekleyen %50'i ve çevresinin ihtiyaçlarına cevap verecek bir alternatif gerçekten yok maalesef.CHP,zaten Ak Parti tabanına tamamen yabancı,MHP ise tıpkı BDP gibi etnik temele dayalı milliyetçilik anlayışı ile yabancı...Mesela Ak Parti tabanı,bira festivali düzenleyen bir zihniyeti asla tasvip etmez ve desteklemez.

Halkın Ak partiye destek nedenleri çok uzun uzadıya anlatılabilir;fakat buna hiç te gerek yok.İktidarın on yılda, her alanda yaptıkları ve özellikle insan haklarına ilişkin ortaya koyduğu kazançlar ortada.Yeniden isimlendirilerek kurulan devletin,Osmanlı bakiyesi topraklar üzerinde ve Osmanlı halkı tarafından kurulduğu da unutulmamalıdır.

Dünyanın o günkü değişimlerine karşı olmayan ve canını feda edecek derecede yeni bir devletin kurulması için mücadele eden halk, örneğin Laiklik ilkesi bahane edilerek horlandı,küçümsendi,başına gelmedik hal bırakılmadı.Devrim ilkelerinin halk tarafından kabul edilmeyeceği düşüncesiyle sert uygulamaların devlet tarafından yapılmasının bir zorunluluk olduğunu savunanlar var.Oysa görüyoruz ki halk ile mutabakat sağlanarak yapılan devrimler,hiç bir sıkıntıya neden olmadan gayet tabii bir şekilde kabul görüyor.

Verdiği oy ile ülke yönetiminde söz sahibi olduğunu gören insanların,kendilerine çok yakın gördükleri Başbakan'ı ve partisini bırakmaları söz konusu dahi olmaz.Halkın içinde yaşayan insanlar, bunun böyle olduğunu görüyor.

Aslında son aylarda, ülkeyi hiç haketmediği bir şekilde yıpratan,ekonomik zararlara yol açan kalkışmanın ardında olduğuna inanılan Fethullah Gülen ve cemaatinin tutumu halkı daha da bilinçlendirdi.”Eski Türkiye” insanı yok artık.Şimdi her duyduğu ve her gördüğüne inanmayan;fakat sorgulayan ve mantık süzgecinden geçiren insanlar var.Bu insanları sokaklarda bağırırken,esnafın dükkanını yağmalarken göremezsiniz. Onlar sessiz çoğunluktur.

Dini, bir tek kendilerinin anladığı inancında olan bir cemaatin gerçek yüzü ortaya çıkınca,daha önce Ak Parti ile hiç bir alakası olmayan insanlar bile bu son kalkışmanın neden yapılmak istendiğini anladılar.Şimdi mevcut iktidarın maruz kaldığı konular hakkındaki iddialar,güvenilirliğini yitiren ve Uluslar arası istihbarat örgütleri ile işbirliği yaptığına inanılan bir cemaat tarafından desteklenmesi ciddiyetten uzak görülmektedir.

Karşı medyanın bütün çabalarına rağmen,mevcut iktidarın yerine gelebilecek bir alternatif olmadığı görülmektedir.Halk, eski Türkiye'ye” dönmekten korkuyor ve bu iktidarın devamından yana tavır koymaktan vazgeçmiyor.

Halk üzerinde “korku ve ümitsizlik algısı” oluşturmak için çaba harcayanlar,yapacaklarını anlatsalar belki de “alternatif” olarak görülebilirlerdi.