27 Temmuz 2014 Pazar

Eski Türkiye'den Vaz Geçmek İstemeyenler

Şurası bir gerçek ki,Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye'si de dahil olmak üzere Recep Tayyip Erdoğan'a karşı yürütülen ve kine,hırsa dayalı sistematik bir düşmanlık hiç bir padişah veya siyasiye karşı yürütülmemiştir.Düşmanlığın bu denli şiddetli oluşunun farkında olan da var,olmayan da var.Toplumun her katmanında yer alan ve Başbakanı destekleyen bir çok insan var.Bunların büyük bir yüzdesi neden veya niçin destek vermesinin bilincinde olan insanlardır.Bir çok insan ise daha önceki yönetimler tarafından kendisine yaşatılan mağduriyetlerin,başbakanın önderliğindeki iktidar tarafından ortadan kaldırılmasını takdir ederek destek veriyor.

Hasseten başbakana yönelik düşmanlığın temelinde,özellikle Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde devlet eliyle kadrolaşan ve eğemen güç haline gelen, saltanat sefası süren azınlık kitlesinin yavaş yavaş saygınlığını yitirmesi ve adam yerine koymadıkları toplum çoğunluğu tarafından kenara itilmesi var.Yahudilerin,bütün insanların kendilerine hizmet için yaratıldığına inanmaları gibi bir inanca sahip olan ve CHP bünyesinde kendilerine yer bulan elitist ve yine kendilerine kutsallık derecesinde dokunulmazlık payesi biçen “sömürgen tabakanın” itibarı, önce rahmetli Özal ile sonra da R.Tayyip Erdoğan ile tahmin edemedikleri bir şekilde sarsıldı.Artık kimse onları kaale almıyor.

Tamamen yabancısı oldukları halk ile aynı dili konuşamayanlar komik durumlara düşüyor.Jandarma geliyor haberi ile artık saklanan köylüler yok.Tahsildar geliyor haberi ile malını hangi mağaraya saklayacağını şaşıran da yok.Bir yemek karşılığında karaborsa piyasasına göz yuman maliyeciler de yok.

Gündemde olması nedeniyle göz önünde yürütülen bir Cumhurbaşkanlığı seçimi var.Bu seçimde özellikle laiklerin kendileri için asla vazgeçilmez ve mutlaka hizmetlerinde tutması gereken bir makam olarak gördükleri Cumhurbaşkanlığı için bir arada cepheleşen ve halkın karşısına akla hayale gelmedik korku ve endişe senaryoları ile seçim stratejisi tespit edenlerin komiklik seviyesinde yürütülen çalışmalarını görüyoruz.Bu birleşen “Eski Türkiye” cephesinin tamamen hayali ithamları karşısında sokaktaki vatandaş sadece gülüyor.Bu komik tehditlerin ve canhıraş isyan rolleri oynayanların kimler olduğunu çok iyi biliyor.Psikolojik etki meydana getireceği zannıyla seçimlerde kullanılan taktiklerin işe yaramadığı daha önceki seçimlerde ispatlandı.Pırıl pırıl parlayan ve dünyayı aydınlatan güneşin varlığı nasıl ki hiç bir tez ve eylem ile yok edilemiyor ise,son on iki yolda Türkiye'de yaşanılan hakikatler de görmezden gelinemiyor.

Özellikle kürtlerin,yüzyıllık mağduriyet ve mazlumiyetini görüp kendilerine tabii haklar bağlamında “alan” açan zihniyetin yanında olması gerekiyor.Kürtlerin yanısıra Alevi gibi inanç sahiplerinin,yok farzedilen ve “ulus” anlayışı kapsamında değersiz sayılan her düşünce ve camianın kendilerine sağlanan özgürlük dünyasında nankörlük etmeleri beklenemez.

Tayyip Erdoğan, yürütülmeye çalışılan ve insanların tabii dünyasından çıkmayan ve dışarıdan ithal edilen düşüncelerin ürünü olan sistemin dönen tekerine çomak soktu.Varlıklarını bu yapay sisteme borçlu olanlar acayip seviyede şaşkına döndüler.Eski Türkiye'de işler çok kolaydı.Bir paşanın demeci üzerine şapkasını alıp kaçanları bu millet çok gördü.

Vesayet düzeni,darbe üzerine darbe aldıkça,milli iradenin temsilcisi Erdoğan güçlendi.Hürriyetin tadına varan halkın Başbakana desteği her geçen gün artmaktadır.Eski Türkiye cephesindekilerin zannının aksine yeni Türkiye taraftarı,dolayısı ile Başbakan'a destek çıkanlar sadece,mutedeyyin,ılıman,v.b etiketlenmelere maruz bırakılan insanlar değil,her kesimden insanlar var.


Belli bir kesimin tarifi imkânsız ve düşmanlık derecesine varan Başbakana saldırıları dozajı artırılarak devam edecektir.Çünkü halkın artık eskiye dönüş ihtimali kalmadı.Saldırganlar,anarşik söylem ve eylemleriyle başbaşa kalacaktır.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

İhanetin Bedeli Olmalı

Gözleri, kinden,nefretten ve intikam duygusundan hiç bir gerçeği göremez olmuş bir grubla karşı karşıyayız.Bir değil belki birden fazla ihanet çetesi var.Ancak bunlar arasında bir tanesi sistem ile uyumlu olarak ve doğrudan devletin her kademesinde sistematik bir şekilde kendine yer edinmiştir.Devletin bütün organizmasını içten çürütecek sinsilikte hareket ederek habis bir ur gibi bünyeye yerleşmiş.

Yıllarca neye uğradığının ve nasıl bir halde bulunduğunun farkında olan ancak çaresizlik içerinde kıvranan milletin alî duygularını istismar ederek ve dost görünerek; kutsal benliğimizi kemiren bir mikrop misali güçlenen ihanet çetesi nihayetinde “öldürücü darbe” yapma zamanının geldiğine inandığında eyleme geçti.Bilmedikleri,bilemedikleri bir gerçek vardı.Tepelerine milletin vicdanında yeri olan ve umut haline gelen Tayyip Erdoğan'ın gücünün farkında değillerdi.Daha doğrusu,milleti saftırik görüp,neşe içerisinde başarılarını kutlayacaklarını sandıkları bir anda yine milletin feraset sahasına girmekle beyinlerini sarsacak şiddette bir tokat yediler.Aylar geçmesine rağmen sersem bir şekilde ne yana gideceklerini bilmeden sendeleyip duruyorlar.Enteresan olan şu ki,ne oldu bize diye ayağa kalkmaya çalışırlarken de kendilerini milletin karşısındaki cephenin içinde buldular.Demek ki tamamen şuuraltı bir bilinç kendilerini layık oldukları cepheye itivermişti.

İşte bu ağızlarında keyiften salyalar akan güruh,tokadın kimden ve nereden geldiğini anlayınca daha da azgınlaşarak saldırılarına devam etmektedir.İanelerle masum halk tarafından beslenenler şimdilik köpekleşerek yeni ortaklıklar ile topyekün saldırı içerisine girdiler.

Jeopolitik ve jeo stratejik beyinlerin, kullandığı insanlar olarak yaşamak ve efendilerine hizmeti onur kabul edenlerin farkına varamadıkları millet, onların kim olduklarını ve neye hizmet ettiklerini net bir şekilde görüyor ve gereken cevabı her vesile ile veriyor.

Ülkesini diğer ülkelere ihbar edenler,dinin emirlerini amaçları için yorumlayıp,itikafa girenler Allahüalem Şeytanın iğvalarına kanmakta ve bunu da keramet olarak görüp daha da hırslanarak azgın itler gibi havlamaya devam etmektedirler.

Tenkit etmenin ve doğru olanı önermenin bir adabı olmalı değil mi?Bu güruh, tenkit değil itham ediyor.İthamların doğruluğu yanlışlığı ya da hakikat olup olmamasının hiç mi hiç bir değeri yok.Yeterki bu ithamlar bir yerlerde yayımlansın,söylensin ve yeter ki kafalarda soru işaretleri oluşabilsin.Amaç milletin birliğini,huzurunu bozmak ve kendilerine alan açabilmeleridir.

İyi ve kötünün en zirve halinin üretilebildiği bir coğrafyada yaşıyoruz.Allah bu coğrafyayı sanki insanlık alemi için bir sınav merkezi olarak yaratmış.Büyük ilahi dinlerin,peygamberlerin bu coğrafyada olması tesadüf mü?
Sonuç itibarıyla,hain ve işbirlikçi düşüncelere sahip bir çok varoluş, aslında bizi şaşırtmamalı.Bizler şükürler olsun ki İslâm gibi bir dine mensubuz.Çünkü bizim dinimiz normal akıl sahipleri için hakikaten daima bir çıkış yoludur.

Halkımız kendisine yapılan ihanet karşısında aşırı derecede üzgün,kırgın ve fakat aslında çok hiddetli bir halde.İstiyor ki ihaneti ile yıllar sonra ve çok acılar çekilerek verilen mücadelenin neticesinde arzulanan “devlet varlığı” içinde hainlerin yeri olmasın.Bu hainlerin varlığı devam ettiği sürece ilerleme her alanda yavaş olacaktır.

Zalimin zulmüne sevinen,başarılarımıza kahrolanlar bizden değil ve bizim dostlarımız değil.Hasan Sabbah'a kul köle misali yaşamayı ilke edinen ve Uluslar arası yapıların desteğinde milli değerlerimize ve birliğimize saldıranların akıbetini görmeyi Allah bu millete ve İslâm âlemine nasip eder inşallah..



Bölünmüşlük,Parçalanmışlıktan Şikâyet Edenler

Türkiye'de hemen her müslüman,İslâm dünyasının bölünmüşlüğünden,parçalanmışlığından rahatsızlığını dile getirir.Haklılar mı? Evet haklılar.Haklılıkları bölünmüşlük ve parçalanmışlık gerçeğinin dile getirilmesindendir,o kadar.Şikâyetçi olanların bizatihi kendileri de bölünmüşlüğün bir başka diliminde yer alıyorlar.Herkes İslâmı en iyi kendisinin anladığını ve kendisi dışındakilerin yanıldığı iddiasında.İşte,bu durum bölünmeye ve parçalanmaya hız veren ve yangına benzin bidonu ile koşmaktan başka bir hal değil.

İslâm,tahrif edilen,Hristiyanlık,Yahudilik dinleri gibi karmaşık ve anlaşılmayacak bir din değil ki bu kadar farklı yorum veya inanç çıksın.Zorlama yorum ve felsefî akıl yürütmeleri neticesinde İslâm hiç olmayacak bir şekilde sunulmaya başlanmıştır.Bu tür zorlama yorumlar ile insanların inançları üzerinden “hakikate” ulaşmaları engellenmektedir.Bu tarz çalışmaları İbni Seb'e gibi bilinçli bir şekilde yapanlar da var bilinçsizce şeytanın kayığında kürek çekenler de var.

Cuma namazından çıkıp, “bu tayyibin bir an önce gitmesi lazım;yoksa ülkeye şeriat getirecek” diyen müslüman(!) ile sadece nufüs cüzdanın dini hanesinde islâm yazan ateist,kemalist,ne olduğunu anlamadığı halde aşırı laisist,sosyalist,komünist v.b düşüncede olanların birlikteliği İslâmâ asla zarar vermez.Fakat,bunlarla amaç aynı olmasa da fiiliyatta yürünen yol ortaklığı Müslümanlara çok büyük zararlar vermektedir.Seküler inançlara sahip insanların Başbakanın icraatlerinden rahatsız olmaları anlaşılır bir durum.Çünkü Başbakan liderliğindeki iktidar, icraatleri ile halkın itikadi doğrulara ulaşmasına ve dünyevi ihtiyaçlarının karşılanmasına vesile olmaktadır.

Günümüz şartları içerisinde ve üstelik müslümanların üzerinde uzlaşmadığı yöntemlere başvurarak kime ve niçin isyan edildiği-edileceği bilinmezliği içerisindeki hareketlerin İslâm ve müslümana bir fayda getirmeyeceği açıktır.Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı adayı olması bir kısım müslümanı da rahatsız ediyor!.Bir müslüman olarak bunu izah etmek çok zor.Cumhurbaşkanlığı gibi bir makamın önemi,hemen her seçimde bu makamın işgal edilmesinde verilen mücadelelerden açıkça anlaşılıyor. “Orası sadece bir temsil makamı” diye propaganda yapanlar,o makamı ele geçirmek isteyenlerin bilinçli olarak piyasaya sürdüğü reklâmdan ibarettir.
Müslümanların bilinçli olmaları ve fitnelere sebep olacak davranışlardan vazgeçmesi gerekiyor.İtikadi esaslardaki inanç birliği esas olup orada bir arada bulunmak zorundayız.Tayyip beyin Cumhurbaşkanı olması halinde -ki seçilmesi gün gibi aşikâr- AkParti'nin geleceği ne olacak endişesi taşırmış gibi düşünceler ile yorum yapanların iyi niyetinden şüpheliyim.Başbakan bu partinin bir davanın partisi olduğu ve bu hareketin aksamadan devam edeceğine yönelik açıklamalarından rahatsız olanların da hesaplarında tuhaflıklar var.

Ak Parti nihayetinde mevcut sistemin kurallarına göre yapılanan ve iktidar mücadelesi veren bir siyasi partidir.Bu partiye,cemaatlerin kriterleri doğrultusunda misyon yüklemek haksızlıktır.Bu partiyi ve taraftarlarını tağutî düzenlere hizmet ediyor “dava” ile ilgisi yok diye nitelemek na kadar yanlış.

Hülâsa herkes kendisine bir “dava” belirleyerek diğer Müslümana karşı cepheleşirse onların “Dava” dedikleri her ne ise kendileri ile birlikte diğerlerine de zarar veren bir yoldur,yanlıştır.Dava İslâm ise karşılıklı biribirimizi tekfire varan ithamlarla suçlamak yerine,itikadî esaslardaki ortaklık ön planda tutularak beraber olmanın hepimize faydalı olacağı açık değil mi?


Bölünmüşlük-parçalanmışlık edebiyatı üzerinden,kendi doğrularını dayatanlar en büyük bölücüdürler

8 Temmuz 2014 Salı

Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Önemi




Türkiye Cumhuriyeti Devletininin en ilginç yerel seçimi 2014 yılı Mart ayında yapılmış oldu.Bu seçimin en büyük özelliği,bir tarafta tek başına Ak Parti diğer tarafta dinlisi-dinsizi adeta ölümüne savaş anlayışı ile akla hayale gelmedik iftira,dedikodu ve manipülasyonlar ile kaos ortamı oluşturmak ve böylesine bir ortamda Ak Parti'yi bozguna uğratmak çabası içine giren diğerleri.
Ak parti tabanı itibarıyla müslüman ve muhafazakâr olması dikkate alınarak Pensilvanya kozuna çok güvenilmişti.ancak ağlak hocaefendi'nin gözyaşları ve bedduaları işe yaramadı.Milli irade,tercihini,Türkiye'nin ilerleyerek büyümesinden ve demokratikleşme hareketinin devamından yana kullanarak inancının temel kural ve kaidelerinin yokedilmesini önlemek için kullanmış oldu.

Türkiye üzerinde kötü niyetli hesabı olanların en büyük kozu,ülkenin Osmanlı bakiyesi olmasından da kaynaklı çok etnisiteli bir yapıya sahip olmasıdır. Zannediliyor ki farklı etnik kökene ve inanca sahip insanlar kapıştırılırsa emellerine varacaklar.Doğrudur,eğer bu kapışma sağlanırsa aradan sıyrılma ve emellerine varmaları ihtimali vardır,ama “sadece bir ihtimaldir”.Çünkü halkın çoğunluğu zaten muhafazakâr ve kavga ile değil,huzur içerisinde yoluna devam etmekte olduğu kararındadır.Etnisiteye dayalı varlığını sürdürme iddiasında olanların sayısı oldukça az ve ülkede kaos çıkarma yeteneğine sahip olmakla birlikte çoğunluğun iradesi ve kararlılığı karşısında her zaman mağlup ve ezilmeye mahkümdür.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa halkın kendisi oy kullanarak devletin en tepesinde bulunan Cumhurbaşkanını seçecek.Daha da gerilere gidecek olursak böylesine bir seçim bu topraklarda ilk defa yapılmaktadır.Halkın doğrudan devlet başkanı seçecek olması küçümsenecek veya ciddiye alınmayacak bir durum değil.Fazla gerilere gitmeden,Cihan imparatorluğu olan Osmanlıda padişahlar aynı aileden ve halkın tercihi sözkonusu edilmeden devletin-imparatorluğun başına geçmekte idi.İmparatorluğun tarihsel süreç içerisinde maydana gelen olaylar nedeniyle son bulması ile yeniden oluşturulan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında devletin başına gelecek olan kişiler o günün şartları içerisinde oluşuturulan meclis üyeleri tarafından seçildi.Temsil makamı olarak görülen Cumhurbaşkanlığı makamı cumhuriyet Türkiye'sinde hep olay olmuştur.Bu makam temsil makamıdır,simgesel bir anlamı var demeye getirilen söylemlerle adeta halkta fazla da ciddiye alınacak bir makam değil algısı oluşturuldu.Önemli olan Başbakanlıktır;çünkü icra makamıdır denilmesine rağmen asıl kıyamet Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kopartılmıştır.Demek ki bu makam hiçte sadece “temsil makamı” değil.

En son şu an Cumhurbaşkanı olan sayın Abdullah Gül'ün seçilmesinde yaşanılan ve garabet denilecek derecede,ilkel akıllara bile durgunluk veren yollara tevessül edilmesi bu makamın sadece simgesel ve temsil babından değerlendirilecek bir makam olmadığının en büyük göstergesidir.Fiilen iktidarda olmasalar bile,Cumhuriyetin kuruluşunda etkin rol oynayan güçlerin oluşturduğu sistem gereği,özellikle bürokraside etkin kılınan güç tarafından ne pahasına olursa olsun savunulması ve halka kaptırılmaması gereken bir kale olarak görülen Cumhurbaşkanlığı makamına seçilecek kişinin karakteri çok büyük bir önemi haizdir.Her şerde bizim bilemediğimiz;fakat bizim için hayırlı olabilecek sonuçların olabilmesi muhtemeldir.367 gibi bir sayının o günkü meclisin yapısı içerisinde sağlanamayacağı ve dolayısı ile milli irade çoğunluğunun tercihi olan bir partinin adayının kazananma ihtimali olmayacağı hesabını yapanlar hiç ummadık bir şekilde halkın tokadını yediler.Şaşkına döndüler.10 Ağustos 2014'te yapılacak seçimde,halka fikrini sorma ve onayını alacak birinin Cumhurbaşkanı olma imkânlarını sağlayan Ak Parti,halka ve kendi değerlerine olan güveninin bir gereği olarak adayını ortaya koydu.Muhalefet ise içine sindiremediği fakat yapılacak başka bir şey de kalmadığı için aday gösterme krizine girdi ve “Çatı” fomülünü icad etti.

Ülkeyi yönetmeye talip olan CHP ve MHP,kendilerince Cumhubaşkanı olacak kişinin özelliklerini tespit ettiler.Tuhaf olan şey,kendilerinin belirlediği özelliklere sahip bir adayı kendi içlerinde bulamadılar. “Milliyetçi, Muhafazakâr, Manevi değerleri taşıyan, Laik ve Demokratik değerlere sahip, hukukun üstünlüğüne inanan bir kişi" olarak tanımlanan bir adayı partilerinde bulamayan lar, bir proje aday olduğu konusunda kamuoyu tarafında kanaate varılan Ekmeleddin İhsanoğlu aday olarak gösterildi.

Mart 2014 seçimlerine tek cephe halinde,17 -25 Aralık girişimlerine ve Pensilvanya'daki zatın cemaatine de olan güven ile Ak Partiye karşı girilen seçimde halk çok güzel bir cevap verdi.İnsanlar artık güdülmek istemiyor.Karanlık oluşumlardan korkuyor.Hak ve özgürlüklerden,barıştan ve büyüyen Türkiye'den korkan insanlarla bir arada olmak istemiyor.Helede ülkenin bir kısmını çoktan feda ettikleri ve halkın bir kısmını çoktan yok saydıkları söylem ve politikalarından anlaşılan partilerin toplum nazarında bir karşılığının olması mümkün değildir.

Siyaseti, “üstün sınıf” olarak sadece kendilerine ait bir saha olarak gören ve halkı güdülecek bir sürü olarak kabul eden anlayışlar artık iflas etti.Halkın bizatihi kendisi her tür siyasetin nasıl yapıldığını öğrendi.Siyaset çok ciddiye alınacak ve kaderimizi etkileyecek bir güç kaynağıdır.Bu gücün halkın iradesine bağlı olarak kullanılması çok önemlidir.

10 Ağustos 2014 halkın, devletini ve milletini güçlendirecek kararın alınacağı bir tarihtir.Halkın tercihi ile seçilen bir Cumhurbaşkanı,şimdiye kadar gördüğümüz Cumhurbaşkanları gibi olmayacaktır.Devleti, millete hizmet kanalına doğru yönlendirecek ve on iki yıldır açılan kapının kapanmaması için gayretli olacaktır.


Statüko bekçisi değil,hizmet üreten,gelişmelere yatkın,ileri görüşlü,tarihsel gücünün bilincinde ve bulunduğu coğrafyadaki görevlerinin ve sorumluluğunun farkında olan bir Cumhurbaşkanı bize lazım.Söz de karar da milletindir.