12 Aralık 2014 Cuma

Bunlarla Dost Olup Günah İşlemeyin



            Bir insan,ben müslümanım,diyorsa o artık “sıradan insan” olmaktan çıkmış demektir.Çünkü müslüman olmak, alelade,sıradan bir hal değildir.İnsanın fıtratında bulunan inanma ihtiyacını akıllı insanlar hiseder ve araştırır.İnanılacak dinler ve felsefi inanç ve ideolojiler sayılamayacak ve belki de tespiti mümkün olamayacak sayıda çoktur.Çok sayıda din ve düşünceler içerisinde eğer islâm seçilmişse,bunu rastgele bir inanış olarak görmek mümkün değil.Şunları da seçebilirdi:Hristiyan,Yahudi,Hinduizm,Şintoizm ya da moon,scientologi,Marksizm v.b. gibi.
        İslam dini,Allah tarafından ve Hz.Muhammed vasıta kılınarak insanlara bildirilen ilahi bir dindir.İslâmdan önce gelmiş olan Hristiyanlık ve Yahudilik dini de Allah tarafından vaz edilmiş dinlerdir.Ancak,Hz.Musa'ya nazil olan Tevrat (Ahd-i Atik),Hz.İsa'ya nazil olan İncil (Ahd-i Cedid) bugün orijinal haliyle mevcut değildir.Örneğin bugünkü mevcut Tevrat, Hz.Musa'dan asırlar sonra Azra adında bir kâhinin,kudüste aslını bulduğunu iddia ettiği fakat Azra'nın kendisi tarafından yazıldığı kuvvetle muhtemel olan Tevrat'tır.Yine bugün mevcut olan İncil (Ahd-i Cedit) de asıl İncil değil.Adı belirtilen her iki ilahi kitabın aslı mevcut olsa bile atık onların geçerliliği kalmamıştır.Çünkü,Kur'an-ı Kerim var.Kur'an'daki Âl-i imran suresi 19. ayetinde: “Allah katında din İslâmdır.” hükmü çok nettir.Ayrıca Maide suresi 3. ayette: “Bugün size dininizi kemale erdirdim,üzerinizdeki ni'metimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim.” yine Kur'an'daki Âl-i imran suresi 85. ayetinde : Her kim de İslâm'dan başka bir din ararsa,artık,imkânı yok ,ondan kabul olunmaz ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olur.”

Müslüman,ahlaklıdır,dürüsttür,namusludur,şereflidir,yalan söylemez,hırsızlık yapmaz,dedikodu,iftira yapmaz,ağzından çıkana dikkat eder,boşboğazlık etmez,ukelalık yapmaz.Böyle olmak zorundadır.Değilse sadece,müslümanım,demekle müslüman olunmuş olmaz.Belki bunun adı,münafıklık olmuş olur.

Müslüman,bütün davranışlarından sorumlu olup bu idrak içerisinde davranmak zorundadır.Dost ve arkadaş edinilen insanların kim olduğunu bilmek ve bu insanlarla ilişkilerinin netice itibarıyla kendisine,topluma ne gibi faydalar sağlayacağını önceden hesaba katmak müslümanın görevlerindendir.

1933 yılında Diyanet işleri Reisi Rıfat tarafından,Evkaf Umum Müdürlüğünce basımı istenilen ve yine eski Diyanet İşleri Başkanlarından Ahmet Hamdi Akseki tarafından yazılan,İslâm Dini-İslâm İtikad ve İbadeti,kitabında:

“Kur'an'ı kerim yedi sınıf insanın peşinden gitmeyi,onları dinlemeyi yasak etmiştir ki,şunlardır:

1-Doğruya ve yalana çok yemin eden,

2-Fikir ve düşüncesi düşük olan (Fikir ve tedbirinde asâlet ve yükseklik olmayan)

3-Şuna buna söğen,la'net eden,daima kusur ve ayıp araştıran,

4-Bir yerde konuşulan şeyleri başkalarına taşıyan (Yani insanların arasını koğuculukla açmak için söz gezdiren),

5-Bahil (cimri) ve son derece sıkı olan ve insanları iyilikten çeviren,

6-Hakkı tanımayan ve mütecaviz olan,

7-Günaha dadanan ve bununla beraber şerefsiz ve soysuz olan.”

Bu yedi esası her müslümana ezberletmek gerek.Daha doğrusu bütün insanların burada sayılan ilkeleri ezberlemesi gerek.

Şu son yıllarda ülkemizin ve milletimizin başına gelen daha doğrusu getirilen olayları bu ilkeler ışığında değerlendirmek çok yararlı olacaktır.

Bu topraklar kolay alınmadı,her karışında şehitlerimizin kanı var.Devletin bekası, bizim için varlığımızın devamı ve inancımızın gereğini yaşayabilmek için zorunludur.

Dinimize,milletimize,ümmeti Muhammed'e,ülkemize velhasıl dinî ve millî değerlerimize,inançlarımıza ihanet kodları ile donatılmış insanları yukarıda belirtilen esaslar dahilinde tespit etmek çok kolaydır.

Kur'an'ı anlayarak okumak ve Hz.Muhammed'in hayatını anlamak bizim için zarurettir.Kurtuluş İslâmda'dır.












2 Aralık 2014 Salı

Safer Ayı Uğursuz mu?



Eskiden yoktu;şimdilerde birçok cami ve mescitte yazı tahtaları bulunduruluyor.Bu tahtalara bazen bir ayet meali bazen de bir hadis yazılıyor.Cemaatin bilgilenmesi sağlanıyor.Amaç güzel fakat bu tahtalara bazen insanı şaşırtan yazılar da yazılıyor.İnsanları aydınlatalım bilgi sahibi olsunlar diye belirlenen amaç,maalesef inananlar üzerinde yanlış yönlendirmelere vesile ediliyor.İslamın doğru kaynaklardan insanlara aktarılması esas alınmalıdır.
Binlerce hadisin uydurulduğu bir gerçektir.Hadis diye söylenenlerin gerçekten peygamberimize mi yoksa sonradan uydurulmuş mu diye bir analize tabi tutulması lazım.Lazım ama bu işi bigünah masum cami cemaatinden beklemek te haksızlık olur.Müslümanların büyük bir kısmının “Mukallit Müslüman” olduğu gerçeğini unutmamalıyız.Cami cemaatinin çoğunluğu cami imamını adeta alim seviyesinde görür,saygıda kusur etmez, evladı yaşındaki adama itibar eder.Çünkü cemaat imamın din konusunda uzman olduğuna inanır.O nedenle Diyanet tarafından camilerde görevlendirilen imamlar,hal ve hareketlerine dikkat ettiği gibi cemaate vereceği bilgiler konusunda da çok hassas olmalıdırlar.
Örneğin Safer ayı niçin “Bela ayı” olsun.Bu bilgiyi cemaate aktarmanın bir anlamı var mı?Üstelik,Safer ayının bela ayı olduğuna niçin peygamber alet ediliyor? Bizi ve bilip bilmediğimiz her şeyi yaratan Allah neden aylardan birini “Bela ayı” olarak yaratsın ki?
Ben o eskiden hikaye ve menkıbelerle cemaati aydınlatan insanların artık olmadığını sanıyordum! Meger hala piyasada bu tür insanlar varmış.Zamanın birinde hiç camiye gitmediğini söyleyen birisi ile bayram namazına gitmiştik.Adam geldiğine geleceğine bin pişman oldu.Hoca olan zat öyle şeyler anlatıyordu ki şaşa kaldık.Onun anlattığı dine, bırakın yaklaşmayı dinleyen bir daha o dinin semtine bile uğramaz ve onun anlattığı Müslümanlara tuhaf bakardı.
İçkinin haramlığını anlatırken,eğer bir tarlaya bir damla şarap damlamışsa o tarladan yedi yıl süre ile menfaatlenmek insanı doğrudan cehenneme götürür,diyordu.Yani insaf demek bile yetersiz kalıyor.İnsan utanır.Bu doğrudan İslamı bilmemektir ve Müslümana hakarettir.
Caminin birisinde o belirttiğim tahtada aynen şunlar yazılı: Efendimiz (SAV) bugün ölüm hastalığına tutulmuştur.Safer ayında levhi mahfuzda 1. kat semaya 320.000 bela musibet inmektedir.Bu ayda hergün 100 defa LÂHAVLE VELÂ GUVVETE İLLABİLLAHİL ALİYYİL AZİM okumalıdır.Okuyandan en hafif fakirlik olmak üzere 70 çeşit bela kaldırılır.
Bilmeyen kardeşlerimize anlatın.
Kim hayra vesile olursa hayrı yapan gibidir.”
(Hadisi Şerif)”
Ölüm hastalığı nedir?
Bu ay neden “Bela “ayıdır?
Niçin beş yüz değil de 320.000 bela?
100 defa okuma ile 70 belâ defediliyorsa neden daha çok okunmasın?
250.000 belanın defedilmesi için ne yapmalı ya da neden bunlar da kalkmıyor?
Şimdi “bilmeyen kardeşler” bu bilgiyi diğerlerine anlattığında hayra mı yoksa şerre mi vesile olacaklar?
Bu tür bilgi enjekte ederek insanları dinden soğutmanın,cemaatin kafasında şüphe ve korku oluşturmanın hayırlı bir tarafı var mı?
Netice itibarıyla benim inandığım dinde bu tür uğursuzluklar yok.Günlerin,ayların,yılların uğursuzluğu yok.Uğursuzluk insanların kafasındadır.
İslamı bize bildiren sevgili Peygamberimizden öğrenelim.Dinimizi, Yahudi ve Hristiyan menkibelerinden öğrenmeyelim.İnternette kısa bir arama yapan herkes uğursuzluğun nerelerde olduğunu bulur.
İslâm hurafeler dini değil.
Peygamberimizin şu hadislerine bakmak yeter herhalde:
"İslâm'da taşe'üm (uğursuz sayma, kötüye yorma) yoktur; en iyisi tefe'ül (iyiye yorma) dır." (Buharî)
"Eşya da uğursuzluk yoktur, Safer ayında uğursuzluk yoktur, baykuşun ötmesinde bir uğursuzluk yoktur." (Müslim)





21 Ekim 2014 Salı

Batı Müslümanları Sevmiyor



Konuya doğrudan girmekte fayda var.Bugün, IŞİD denilen örgüt varlığını ABD,İngiltere ve onların ortakları olan diğer ülkelere borçludur.Ortadoğuda etkin olan bu tür örgütlerin ( Elkaide,Taliban da dahil) ortaya çıkarılması malum ülkeler tarafından bilinçli ve bir proje kapsamında yürütülen çalışmaların ürünüdür.Dikkat edilirse bu tür örgütlerin bu ülkelere doğrudan bir zararı yoktur.Fakat Ortadoğu'da yoğun olarak yaşayan Müslümanlar için en büyük tehlikelerin başında yer almışlardır.
11 Eylül 2001'de Amerika'daki Dünya Ticaret Merkez binasına yapılan saldırıların üzerinde ki sis perdesi henüz kalkmış değil,ilginç teoriler devam etmektedir.ABD ve İngiltere başta olmak üzere batı dünyası dediğimiz alemin Ortadoğu coğrafyası üzerinde öteden beri devam eden amaçları için yaptıkları bize batının tıyneti hakkında kesin bilgiler vermektedir.
Rusya'nın Afganistan'a saldırması sırasında desteklenen El Kaide,savaşın bitmesinden sonra da varlığını devam ettirdi.Hatta Ortadoğu ülkelerinde günümüzde artık olmaması gereken krallıklar,azınlık yönetimlerinin halk üzerinde ki baskıları El Kaide ve şimdi de belli bir güce ulaşan Işid gibi örgütlerin daha da güçlenmesine vesile oldu.
Şu anda dünyanın en büyük egemen gücü ABD dir ve tek başına istediği gibi tabir yerinde ise at oynatmaktadır.2003 yılında ABD dünyanın gözünün içine baka baka, su başındaki keçiyi yeme kararı veren kurt misali uyduruk bahanelerle Irak'ı yedeğinde İngiltere ve diğer ülkeleri de alarak işgal etti.İnsan haklarından bahseden medeni ülkeler(!) alkışta yarıştı.
30 Aralık 2006 da kurban bayramında ,sünni olan Saddam idam edildi.İşgal bahanesi olan kimyasal silahlar hiç bir zaman bulunmadı.Baasçı yani Arap milliyetçisi olan Saddam'ın ülkesinde yaptıkları icraatlarından çok, resmen açıklanmasa da en büyük suçu sünni Müslüman olması idi.Batının oynamak istediği oyunların farkında olan;ancak nasıl mücadele edileceğini bilmeyen Saddam,Arap kavmiyetçiliğinin genlerine işlediği ilkel cesaret gösterilerinde bulundu.Bu tarz bir karşı çıkış onu kolay lokma haline getirdi ve idam edildi.
Sünni Müslümanları sevmeyen batı,şii inancı destekleyerek Ortadoğu Müslümanlarını sürekli meşgul edecek bir kaos ortamına itti.Bu kaos her dem güncellenmekte ve bölgemizde kanın akıtılması sağlanmaktadır.
Hiç şüphe yok ki IŞİD Abd ve batının ortaya çıkardığı ve güçlendirdiği bir yapıdır.Sünni olduğunu deklare eden ve aslında Vahabi ve selefi olduğu bilinen Işid üzerinden Müslümanlara saldırılar devam etmektedir.Bütün engellemelere rağmen demokrasi kuralları içerisinde kalmayı beceren Türkiye'nin sınırlarında Şiilerin güçlendirilmesi gözden uzak tutulmamalıdır.
ABD ve Batılı ülkeler Türkiye ve diğer Ortadoğu ülkelerinde yani Müslümanların olduğu yerlerde Demokrasinin var olmasını istemektedir.Müslümanların huzur bulmaması için çaba gösteren batının asıl amacı, İslam dini ve onun Müslümanlara sağladığı ilahi hakların önüne geçebilmek ve uyanışlarını engellemeyi gerçekleştirmektir.

Müslümanlara demokrasi içerisinde yaşama hakkı tanımayan batı, Müslümanları adeta cihada yönlendirmektedir.Bu konuda Ergun Yıldırım'ın Yeni şafak gazetesindeki 19 Ekim 2014 tarihli “Demokrasi ve Cihat” makalesini okumakta fayda var.

25 Eylül 2014 Perşembe

IŞİD Nasıl Ortaya Çıktı ?



Dünyanın güçlü ülkelerine en büyük gücü hiç şüphesiz istihbarat kurumları sağlamaktadır.Hatta Uluslar arası siyasetin şekillenmesinde sağlanan istihbaratın önemini görmezden gelmek,bu dünyadan bihaber yaşamak anlamına gelmektedir.Ancak ülkelerin bu kadar güçlü bir istihbarata sahip olmalarına rağmen dünyayı sarsan bazı oluşumların meydana gelmesi nasıl izah edilecek? Örneğin IŞİD.
Şimdilerde hemen herkes IŞİD uzmanı oldu.Bazı hainler ise utanmadan IŞİD'i iç siyasete alet ederek iktidarın bu örgütü beslediği ve desteklediği gibi absürd iddialarda bile bulunabiliyor.Tabi bu tür görüşlerin halk nazarında hiç bir değeri yok.Çünkü, halk bir çok siyasinin özellikle de muhalefetin çok önünde gidiyor.Halkın ferasetiyle, arifane sentezleri masa başı strateji üretenlerden çok daha sağlıklı ve gerçekçidir.
Türkiye Ortadoğu coğrafyasının içinde yaşayan ve burada olup bitenleri en iyi şekilde tespit etme ve çözüm bölme noktasında dikkate alınması gereken bir ülkedir.Uluslararası güçlü ülkelerin,Türkiye'yi görmezden gelmeleri bilinçli bir tecihtir.Çünkü onlar hiç bir zaman Türkiye'nin rahat yüzü görmesini istemezler.Böyle davranmalarının sebeplerinden birisi de içimizde daima kendilerine destek veren hain bir kesimin olmasıdır.
Örneğin Türkiye, Suriye'de Esed'in ve Maliki'nin zulmüne karşı dünyayı uyardığında ciddiye alınmadı.İçimizdeki hain zihniyetin ürettiği hayali senaryolar bu ülkelere daha cazip geldi.Ne zaman ki Esed ve Maliki'nin zulmü neticesi ortaya çıkan IŞİD, batılı insanın canını yakmaya başladı çare aramaya başladılar.
Şimdi,alavere dalavere Türkiye'yi IŞİD'e karşı yapılacak saldırıların içine çekmek için uğraşan ülkeler var.Canları yandığında Türkiye'yi yanlarında görmek isteyen ülkeler daha düne kadar ülkemizi terörle baş başa bıraktılar.Temennim Türkiye bu oyunlara gelmeyecektir.
Esed'i kurtarmak adına ülkemizdeki muhalefetin içinde bulunduğu durum içler acısıdır.Bazı yorumcuların IŞİD ve Esed'in zulmüne bakışları sadece mezhebidir.Ta başından beri IŞİD'in attığı her adımından haberdar olan uluslar arası güçlerin,IŞİD karşısında şimdi takındığı tutum ibretliktir.
Muhalefetimizin durumu çok vahim.Her olayı particilik ve mezhepçilik adına değerlendiren yaklaşımlar çok basit.İyi ki bunlar iktidarda değil.
İlk defa Türkiye'de, ülke yönetiminde bütün kademeler arası bir birliktelik olduğu inancını taşıyan halkın desteği ile iktidarın yanlış işler yapmayacağı kanaati hakim.


 İstihbarat güçleri ne kadar güçlü olursa olsun,karar veren irade önemlidir.

27 Temmuz 2014 Pazar

Eski Türkiye'den Vaz Geçmek İstemeyenler

Şurası bir gerçek ki,Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye'si de dahil olmak üzere Recep Tayyip Erdoğan'a karşı yürütülen ve kine,hırsa dayalı sistematik bir düşmanlık hiç bir padişah veya siyasiye karşı yürütülmemiştir.Düşmanlığın bu denli şiddetli oluşunun farkında olan da var,olmayan da var.Toplumun her katmanında yer alan ve Başbakanı destekleyen bir çok insan var.Bunların büyük bir yüzdesi neden veya niçin destek vermesinin bilincinde olan insanlardır.Bir çok insan ise daha önceki yönetimler tarafından kendisine yaşatılan mağduriyetlerin,başbakanın önderliğindeki iktidar tarafından ortadan kaldırılmasını takdir ederek destek veriyor.

Hasseten başbakana yönelik düşmanlığın temelinde,özellikle Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde devlet eliyle kadrolaşan ve eğemen güç haline gelen, saltanat sefası süren azınlık kitlesinin yavaş yavaş saygınlığını yitirmesi ve adam yerine koymadıkları toplum çoğunluğu tarafından kenara itilmesi var.Yahudilerin,bütün insanların kendilerine hizmet için yaratıldığına inanmaları gibi bir inanca sahip olan ve CHP bünyesinde kendilerine yer bulan elitist ve yine kendilerine kutsallık derecesinde dokunulmazlık payesi biçen “sömürgen tabakanın” itibarı, önce rahmetli Özal ile sonra da R.Tayyip Erdoğan ile tahmin edemedikleri bir şekilde sarsıldı.Artık kimse onları kaale almıyor.

Tamamen yabancısı oldukları halk ile aynı dili konuşamayanlar komik durumlara düşüyor.Jandarma geliyor haberi ile artık saklanan köylüler yok.Tahsildar geliyor haberi ile malını hangi mağaraya saklayacağını şaşıran da yok.Bir yemek karşılığında karaborsa piyasasına göz yuman maliyeciler de yok.

Gündemde olması nedeniyle göz önünde yürütülen bir Cumhurbaşkanlığı seçimi var.Bu seçimde özellikle laiklerin kendileri için asla vazgeçilmez ve mutlaka hizmetlerinde tutması gereken bir makam olarak gördükleri Cumhurbaşkanlığı için bir arada cepheleşen ve halkın karşısına akla hayale gelmedik korku ve endişe senaryoları ile seçim stratejisi tespit edenlerin komiklik seviyesinde yürütülen çalışmalarını görüyoruz.Bu birleşen “Eski Türkiye” cephesinin tamamen hayali ithamları karşısında sokaktaki vatandaş sadece gülüyor.Bu komik tehditlerin ve canhıraş isyan rolleri oynayanların kimler olduğunu çok iyi biliyor.Psikolojik etki meydana getireceği zannıyla seçimlerde kullanılan taktiklerin işe yaramadığı daha önceki seçimlerde ispatlandı.Pırıl pırıl parlayan ve dünyayı aydınlatan güneşin varlığı nasıl ki hiç bir tez ve eylem ile yok edilemiyor ise,son on iki yolda Türkiye'de yaşanılan hakikatler de görmezden gelinemiyor.

Özellikle kürtlerin,yüzyıllık mağduriyet ve mazlumiyetini görüp kendilerine tabii haklar bağlamında “alan” açan zihniyetin yanında olması gerekiyor.Kürtlerin yanısıra Alevi gibi inanç sahiplerinin,yok farzedilen ve “ulus” anlayışı kapsamında değersiz sayılan her düşünce ve camianın kendilerine sağlanan özgürlük dünyasında nankörlük etmeleri beklenemez.

Tayyip Erdoğan, yürütülmeye çalışılan ve insanların tabii dünyasından çıkmayan ve dışarıdan ithal edilen düşüncelerin ürünü olan sistemin dönen tekerine çomak soktu.Varlıklarını bu yapay sisteme borçlu olanlar acayip seviyede şaşkına döndüler.Eski Türkiye'de işler çok kolaydı.Bir paşanın demeci üzerine şapkasını alıp kaçanları bu millet çok gördü.

Vesayet düzeni,darbe üzerine darbe aldıkça,milli iradenin temsilcisi Erdoğan güçlendi.Hürriyetin tadına varan halkın Başbakana desteği her geçen gün artmaktadır.Eski Türkiye cephesindekilerin zannının aksine yeni Türkiye taraftarı,dolayısı ile Başbakan'a destek çıkanlar sadece,mutedeyyin,ılıman,v.b etiketlenmelere maruz bırakılan insanlar değil,her kesimden insanlar var.


Belli bir kesimin tarifi imkânsız ve düşmanlık derecesine varan Başbakana saldırıları dozajı artırılarak devam edecektir.Çünkü halkın artık eskiye dönüş ihtimali kalmadı.Saldırganlar,anarşik söylem ve eylemleriyle başbaşa kalacaktır.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

İhanetin Bedeli Olmalı

Gözleri, kinden,nefretten ve intikam duygusundan hiç bir gerçeği göremez olmuş bir grubla karşı karşıyayız.Bir değil belki birden fazla ihanet çetesi var.Ancak bunlar arasında bir tanesi sistem ile uyumlu olarak ve doğrudan devletin her kademesinde sistematik bir şekilde kendine yer edinmiştir.Devletin bütün organizmasını içten çürütecek sinsilikte hareket ederek habis bir ur gibi bünyeye yerleşmiş.

Yıllarca neye uğradığının ve nasıl bir halde bulunduğunun farkında olan ancak çaresizlik içerinde kıvranan milletin alî duygularını istismar ederek ve dost görünerek; kutsal benliğimizi kemiren bir mikrop misali güçlenen ihanet çetesi nihayetinde “öldürücü darbe” yapma zamanının geldiğine inandığında eyleme geçti.Bilmedikleri,bilemedikleri bir gerçek vardı.Tepelerine milletin vicdanında yeri olan ve umut haline gelen Tayyip Erdoğan'ın gücünün farkında değillerdi.Daha doğrusu,milleti saftırik görüp,neşe içerisinde başarılarını kutlayacaklarını sandıkları bir anda yine milletin feraset sahasına girmekle beyinlerini sarsacak şiddette bir tokat yediler.Aylar geçmesine rağmen sersem bir şekilde ne yana gideceklerini bilmeden sendeleyip duruyorlar.Enteresan olan şu ki,ne oldu bize diye ayağa kalkmaya çalışırlarken de kendilerini milletin karşısındaki cephenin içinde buldular.Demek ki tamamen şuuraltı bir bilinç kendilerini layık oldukları cepheye itivermişti.

İşte bu ağızlarında keyiften salyalar akan güruh,tokadın kimden ve nereden geldiğini anlayınca daha da azgınlaşarak saldırılarına devam etmektedir.İanelerle masum halk tarafından beslenenler şimdilik köpekleşerek yeni ortaklıklar ile topyekün saldırı içerisine girdiler.

Jeopolitik ve jeo stratejik beyinlerin, kullandığı insanlar olarak yaşamak ve efendilerine hizmeti onur kabul edenlerin farkına varamadıkları millet, onların kim olduklarını ve neye hizmet ettiklerini net bir şekilde görüyor ve gereken cevabı her vesile ile veriyor.

Ülkesini diğer ülkelere ihbar edenler,dinin emirlerini amaçları için yorumlayıp,itikafa girenler Allahüalem Şeytanın iğvalarına kanmakta ve bunu da keramet olarak görüp daha da hırslanarak azgın itler gibi havlamaya devam etmektedirler.

Tenkit etmenin ve doğru olanı önermenin bir adabı olmalı değil mi?Bu güruh, tenkit değil itham ediyor.İthamların doğruluğu yanlışlığı ya da hakikat olup olmamasının hiç mi hiç bir değeri yok.Yeterki bu ithamlar bir yerlerde yayımlansın,söylensin ve yeter ki kafalarda soru işaretleri oluşabilsin.Amaç milletin birliğini,huzurunu bozmak ve kendilerine alan açabilmeleridir.

İyi ve kötünün en zirve halinin üretilebildiği bir coğrafyada yaşıyoruz.Allah bu coğrafyayı sanki insanlık alemi için bir sınav merkezi olarak yaratmış.Büyük ilahi dinlerin,peygamberlerin bu coğrafyada olması tesadüf mü?
Sonuç itibarıyla,hain ve işbirlikçi düşüncelere sahip bir çok varoluş, aslında bizi şaşırtmamalı.Bizler şükürler olsun ki İslâm gibi bir dine mensubuz.Çünkü bizim dinimiz normal akıl sahipleri için hakikaten daima bir çıkış yoludur.

Halkımız kendisine yapılan ihanet karşısında aşırı derecede üzgün,kırgın ve fakat aslında çok hiddetli bir halde.İstiyor ki ihaneti ile yıllar sonra ve çok acılar çekilerek verilen mücadelenin neticesinde arzulanan “devlet varlığı” içinde hainlerin yeri olmasın.Bu hainlerin varlığı devam ettiği sürece ilerleme her alanda yavaş olacaktır.

Zalimin zulmüne sevinen,başarılarımıza kahrolanlar bizden değil ve bizim dostlarımız değil.Hasan Sabbah'a kul köle misali yaşamayı ilke edinen ve Uluslar arası yapıların desteğinde milli değerlerimize ve birliğimize saldıranların akıbetini görmeyi Allah bu millete ve İslâm âlemine nasip eder inşallah..



Bölünmüşlük,Parçalanmışlıktan Şikâyet Edenler

Türkiye'de hemen her müslüman,İslâm dünyasının bölünmüşlüğünden,parçalanmışlığından rahatsızlığını dile getirir.Haklılar mı? Evet haklılar.Haklılıkları bölünmüşlük ve parçalanmışlık gerçeğinin dile getirilmesindendir,o kadar.Şikâyetçi olanların bizatihi kendileri de bölünmüşlüğün bir başka diliminde yer alıyorlar.Herkes İslâmı en iyi kendisinin anladığını ve kendisi dışındakilerin yanıldığı iddiasında.İşte,bu durum bölünmeye ve parçalanmaya hız veren ve yangına benzin bidonu ile koşmaktan başka bir hal değil.

İslâm,tahrif edilen,Hristiyanlık,Yahudilik dinleri gibi karmaşık ve anlaşılmayacak bir din değil ki bu kadar farklı yorum veya inanç çıksın.Zorlama yorum ve felsefî akıl yürütmeleri neticesinde İslâm hiç olmayacak bir şekilde sunulmaya başlanmıştır.Bu tür zorlama yorumlar ile insanların inançları üzerinden “hakikate” ulaşmaları engellenmektedir.Bu tarz çalışmaları İbni Seb'e gibi bilinçli bir şekilde yapanlar da var bilinçsizce şeytanın kayığında kürek çekenler de var.

Cuma namazından çıkıp, “bu tayyibin bir an önce gitmesi lazım;yoksa ülkeye şeriat getirecek” diyen müslüman(!) ile sadece nufüs cüzdanın dini hanesinde islâm yazan ateist,kemalist,ne olduğunu anlamadığı halde aşırı laisist,sosyalist,komünist v.b düşüncede olanların birlikteliği İslâmâ asla zarar vermez.Fakat,bunlarla amaç aynı olmasa da fiiliyatta yürünen yol ortaklığı Müslümanlara çok büyük zararlar vermektedir.Seküler inançlara sahip insanların Başbakanın icraatlerinden rahatsız olmaları anlaşılır bir durum.Çünkü Başbakan liderliğindeki iktidar, icraatleri ile halkın itikadi doğrulara ulaşmasına ve dünyevi ihtiyaçlarının karşılanmasına vesile olmaktadır.

Günümüz şartları içerisinde ve üstelik müslümanların üzerinde uzlaşmadığı yöntemlere başvurarak kime ve niçin isyan edildiği-edileceği bilinmezliği içerisindeki hareketlerin İslâm ve müslümana bir fayda getirmeyeceği açıktır.Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı adayı olması bir kısım müslümanı da rahatsız ediyor!.Bir müslüman olarak bunu izah etmek çok zor.Cumhurbaşkanlığı gibi bir makamın önemi,hemen her seçimde bu makamın işgal edilmesinde verilen mücadelelerden açıkça anlaşılıyor. “Orası sadece bir temsil makamı” diye propaganda yapanlar,o makamı ele geçirmek isteyenlerin bilinçli olarak piyasaya sürdüğü reklâmdan ibarettir.
Müslümanların bilinçli olmaları ve fitnelere sebep olacak davranışlardan vazgeçmesi gerekiyor.İtikadi esaslardaki inanç birliği esas olup orada bir arada bulunmak zorundayız.Tayyip beyin Cumhurbaşkanı olması halinde -ki seçilmesi gün gibi aşikâr- AkParti'nin geleceği ne olacak endişesi taşırmış gibi düşünceler ile yorum yapanların iyi niyetinden şüpheliyim.Başbakan bu partinin bir davanın partisi olduğu ve bu hareketin aksamadan devam edeceğine yönelik açıklamalarından rahatsız olanların da hesaplarında tuhaflıklar var.

Ak Parti nihayetinde mevcut sistemin kurallarına göre yapılanan ve iktidar mücadelesi veren bir siyasi partidir.Bu partiye,cemaatlerin kriterleri doğrultusunda misyon yüklemek haksızlıktır.Bu partiyi ve taraftarlarını tağutî düzenlere hizmet ediyor “dava” ile ilgisi yok diye nitelemek na kadar yanlış.

Hülâsa herkes kendisine bir “dava” belirleyerek diğer Müslümana karşı cepheleşirse onların “Dava” dedikleri her ne ise kendileri ile birlikte diğerlerine de zarar veren bir yoldur,yanlıştır.Dava İslâm ise karşılıklı biribirimizi tekfire varan ithamlarla suçlamak yerine,itikadî esaslardaki ortaklık ön planda tutularak beraber olmanın hepimize faydalı olacağı açık değil mi?


Bölünmüşlük-parçalanmışlık edebiyatı üzerinden,kendi doğrularını dayatanlar en büyük bölücüdürler

8 Temmuz 2014 Salı

Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Önemi




Türkiye Cumhuriyeti Devletininin en ilginç yerel seçimi 2014 yılı Mart ayında yapılmış oldu.Bu seçimin en büyük özelliği,bir tarafta tek başına Ak Parti diğer tarafta dinlisi-dinsizi adeta ölümüne savaş anlayışı ile akla hayale gelmedik iftira,dedikodu ve manipülasyonlar ile kaos ortamı oluşturmak ve böylesine bir ortamda Ak Parti'yi bozguna uğratmak çabası içine giren diğerleri.
Ak parti tabanı itibarıyla müslüman ve muhafazakâr olması dikkate alınarak Pensilvanya kozuna çok güvenilmişti.ancak ağlak hocaefendi'nin gözyaşları ve bedduaları işe yaramadı.Milli irade,tercihini,Türkiye'nin ilerleyerek büyümesinden ve demokratikleşme hareketinin devamından yana kullanarak inancının temel kural ve kaidelerinin yokedilmesini önlemek için kullanmış oldu.

Türkiye üzerinde kötü niyetli hesabı olanların en büyük kozu,ülkenin Osmanlı bakiyesi olmasından da kaynaklı çok etnisiteli bir yapıya sahip olmasıdır. Zannediliyor ki farklı etnik kökene ve inanca sahip insanlar kapıştırılırsa emellerine varacaklar.Doğrudur,eğer bu kapışma sağlanırsa aradan sıyrılma ve emellerine varmaları ihtimali vardır,ama “sadece bir ihtimaldir”.Çünkü halkın çoğunluğu zaten muhafazakâr ve kavga ile değil,huzur içerisinde yoluna devam etmekte olduğu kararındadır.Etnisiteye dayalı varlığını sürdürme iddiasında olanların sayısı oldukça az ve ülkede kaos çıkarma yeteneğine sahip olmakla birlikte çoğunluğun iradesi ve kararlılığı karşısında her zaman mağlup ve ezilmeye mahkümdür.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa halkın kendisi oy kullanarak devletin en tepesinde bulunan Cumhurbaşkanını seçecek.Daha da gerilere gidecek olursak böylesine bir seçim bu topraklarda ilk defa yapılmaktadır.Halkın doğrudan devlet başkanı seçecek olması küçümsenecek veya ciddiye alınmayacak bir durum değil.Fazla gerilere gitmeden,Cihan imparatorluğu olan Osmanlıda padişahlar aynı aileden ve halkın tercihi sözkonusu edilmeden devletin-imparatorluğun başına geçmekte idi.İmparatorluğun tarihsel süreç içerisinde maydana gelen olaylar nedeniyle son bulması ile yeniden oluşturulan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında devletin başına gelecek olan kişiler o günün şartları içerisinde oluşuturulan meclis üyeleri tarafından seçildi.Temsil makamı olarak görülen Cumhurbaşkanlığı makamı cumhuriyet Türkiye'sinde hep olay olmuştur.Bu makam temsil makamıdır,simgesel bir anlamı var demeye getirilen söylemlerle adeta halkta fazla da ciddiye alınacak bir makam değil algısı oluşturuldu.Önemli olan Başbakanlıktır;çünkü icra makamıdır denilmesine rağmen asıl kıyamet Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kopartılmıştır.Demek ki bu makam hiçte sadece “temsil makamı” değil.

En son şu an Cumhurbaşkanı olan sayın Abdullah Gül'ün seçilmesinde yaşanılan ve garabet denilecek derecede,ilkel akıllara bile durgunluk veren yollara tevessül edilmesi bu makamın sadece simgesel ve temsil babından değerlendirilecek bir makam olmadığının en büyük göstergesidir.Fiilen iktidarda olmasalar bile,Cumhuriyetin kuruluşunda etkin rol oynayan güçlerin oluşturduğu sistem gereği,özellikle bürokraside etkin kılınan güç tarafından ne pahasına olursa olsun savunulması ve halka kaptırılmaması gereken bir kale olarak görülen Cumhurbaşkanlığı makamına seçilecek kişinin karakteri çok büyük bir önemi haizdir.Her şerde bizim bilemediğimiz;fakat bizim için hayırlı olabilecek sonuçların olabilmesi muhtemeldir.367 gibi bir sayının o günkü meclisin yapısı içerisinde sağlanamayacağı ve dolayısı ile milli irade çoğunluğunun tercihi olan bir partinin adayının kazananma ihtimali olmayacağı hesabını yapanlar hiç ummadık bir şekilde halkın tokadını yediler.Şaşkına döndüler.10 Ağustos 2014'te yapılacak seçimde,halka fikrini sorma ve onayını alacak birinin Cumhurbaşkanı olma imkânlarını sağlayan Ak Parti,halka ve kendi değerlerine olan güveninin bir gereği olarak adayını ortaya koydu.Muhalefet ise içine sindiremediği fakat yapılacak başka bir şey de kalmadığı için aday gösterme krizine girdi ve “Çatı” fomülünü icad etti.

Ülkeyi yönetmeye talip olan CHP ve MHP,kendilerince Cumhubaşkanı olacak kişinin özelliklerini tespit ettiler.Tuhaf olan şey,kendilerinin belirlediği özelliklere sahip bir adayı kendi içlerinde bulamadılar. “Milliyetçi, Muhafazakâr, Manevi değerleri taşıyan, Laik ve Demokratik değerlere sahip, hukukun üstünlüğüne inanan bir kişi" olarak tanımlanan bir adayı partilerinde bulamayan lar, bir proje aday olduğu konusunda kamuoyu tarafında kanaate varılan Ekmeleddin İhsanoğlu aday olarak gösterildi.

Mart 2014 seçimlerine tek cephe halinde,17 -25 Aralık girişimlerine ve Pensilvanya'daki zatın cemaatine de olan güven ile Ak Partiye karşı girilen seçimde halk çok güzel bir cevap verdi.İnsanlar artık güdülmek istemiyor.Karanlık oluşumlardan korkuyor.Hak ve özgürlüklerden,barıştan ve büyüyen Türkiye'den korkan insanlarla bir arada olmak istemiyor.Helede ülkenin bir kısmını çoktan feda ettikleri ve halkın bir kısmını çoktan yok saydıkları söylem ve politikalarından anlaşılan partilerin toplum nazarında bir karşılığının olması mümkün değildir.

Siyaseti, “üstün sınıf” olarak sadece kendilerine ait bir saha olarak gören ve halkı güdülecek bir sürü olarak kabul eden anlayışlar artık iflas etti.Halkın bizatihi kendisi her tür siyasetin nasıl yapıldığını öğrendi.Siyaset çok ciddiye alınacak ve kaderimizi etkileyecek bir güç kaynağıdır.Bu gücün halkın iradesine bağlı olarak kullanılması çok önemlidir.

10 Ağustos 2014 halkın, devletini ve milletini güçlendirecek kararın alınacağı bir tarihtir.Halkın tercihi ile seçilen bir Cumhurbaşkanı,şimdiye kadar gördüğümüz Cumhurbaşkanları gibi olmayacaktır.Devleti, millete hizmet kanalına doğru yönlendirecek ve on iki yıldır açılan kapının kapanmaması için gayretli olacaktır.


Statüko bekçisi değil,hizmet üreten,gelişmelere yatkın,ileri görüşlü,tarihsel gücünün bilincinde ve bulunduğu coğrafyadaki görevlerinin ve sorumluluğunun farkında olan bir Cumhurbaşkanı bize lazım.Söz de karar da milletindir.

28 Mart 2014 Cuma

Devlet Sırlarının İfşa Edilmesi


Büyük Selçuklu Devleti'nin 30 yıla yakın bir süre ile vezirliğini yapan Nizamülmülk'ün,bilgi birikimi ve tecrübeleri ışığında yazdığı Siyasetname'si meşhurdur.Nizamülmülk'ün Siyasetnamesinden farklı ya da benzer daha birçok “Siyasetname” var.Siyasetnameler,esas itibarıyla devletin yönetiminde bulunanlara neler yapması ve nasıl bir yol ve yöntem izlemesi gerektiğine dair önerilerin yer aldığı eserlerdir.Zamanı itibarıyla Padişaha ve dolaylı olarak devlet yöneticilerine yapılan önerilerin temel esası, adaleti sağlanmasıdır.İslâm dinine mensup toplumun, idaresinin temelinde adalet vardır.Hz.Ömerin dediği gibi:Adalet Mülkün temelidir.

Siyasetnameler,günümüz köşe yazarlarının,bir kısım akademisyenlerin ideolojik inanç ve ahlaklarına uygun düşen önerilerini iktidara önermesine benzemez.Bu eserler,olumlu-olumsuz neticeleri görülmüş yaşanmışlıkların neticesi dikkate alınarak ve yer yer hikayelendirilerek ders çıkarılma noktasına getirilmiş önerilerden oluşmaktadır.İki kere iki'yi çarparsanız dört,toplarsanız dört ve biribirinden çıkarırsanız sıfır olur gerçekliği gibi inkârı gayri kabil dusturlar içermektedir.Selçuklu gibi Osmanlı gibi yönetimlerin yüzyıllarca varlığını sürdürebilmesinin temel dinamiği adalet olmuştur.Adaleti, inancının bir gereği olarak gören ve uygulanmasında tereddüt gösterilmediği zamanlarda devlet yücelmiş,millet huzur bulmuştur.Ne zaman ki adalet uygulamasında zaafiyet gösterilmiş,işte o zaman İbni Haldun'un “üç nesil” teorisi devreye girmiştir.

Bütün toplumların adalet anlayışının temelinde din inancı ve ahlak anlayışı vardır.İnanç ve ahlak anlayışlarına ters düşen hukuk anlayışlarının toplum tarafından gönül rahatlığı ile kabul edilmediği,dolayısı ile sıkıntıların yaşandığı bilinmektedir.

Aristotales'in de dediği gibi,herkese eşit davranmak anlayışı tek başına adaletin sağlanmasında yeterli değildir.Herkesin hakkını aradığında hem hak arayanın hem de toplum vicdanında karşılığı olan bir adalet anlayışı hakim kılınmalıdır.Örneğin,İslâm'daki kısas cezası özellikle dindar olmayan ve dine karşı olan kesimin yoğun propaganda etkisi ile,mukallit müslümanları da etkileyerek yadırganır bir ceza olduğu kanaati oluşturulmuşrur.Haksız yere bir insanın öldürülmesini,bütün insanlığa karşı işlenmiş bir cinayet olduğu İslâm'da yer bulmuşken,”kısas” hükmünün vahşilik ve insan haklarına aykırı bulunması tamamen seküler düşüncenin “yerel” ürünüdür.Masum bir insanın hayatına son vermenin cezası,iki kere ikinin dört etmesi gibi,öldürme fiilini işleyenin de canından olmasıdır.Maktülün murislerinin vicdanında karşılık bulmayan bir ceza ile katil cezalandırılmış olmaz.Benim düşüncem böyle...

Ceza,insanın varlığına,kişiliğine,karakterine,inancına uygulanan bir karşılık olmayıp;o insanın işlediği suça ilişkin bir müeyyidedir.Hiç bir suç cezasız kalmamalıdır.Cezanın olmadığı bir hukukta adalet de yoktur.

Son zamanlarda organize olduğu ve sistematik bir çalışma ile devlete cephe almış bir “Paralel yapı” ile karşı karşyayız.Bu yapının faaliyetleri ile doğrudan devletin varlığına kastettiği artık gizlenemez bir hal almıştır.

Bu örgütün kimlerden emir aldığı,kimlere hizmet ettiğini bilmek ve takip ile açığa çıkarmak devletin asli görevlerindendir.Millet olarak huzur içerisinde yaşamamızın teminatı olan devlete karşı yapılan ihanetlerin ve saldırıların cezasız kalmaması mutlak surette sağlanmalıdır.Devlete karşı yapılan saldırılar topyekün halka ve dolayısı ile her bireye yapılmış bir saldırıdır.

27 Mart itibarıyla medya vasıtasıyla, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan,Bakanlık Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'in, Suriye sınırları içinde bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin toprağı olan Süleyman Şah Türbesine yönelik saldırıları değerlendirmek üzere yaptıkları toplantıdaki bilgilerin elde edilip deşifre edilmesi,bir casusuluktur ve devlete ihanettir.

Bu ihaneti yapan bir kişi mi ya da bir örgüt mü henüz belli değil.Ancak “örgüt” işi olma ihtimali çok yüksek ve kamuoyu kanaati bu yöndedir.Bu kişi veya örgütün bulunması ve devlet geleneğimizin,uluslararası hukukun adalet anlayışı çerçevesinde muhakkak gereği yapılmalıdır.Bireysel ceza uygulaması, failin bir kişi olması durumunda daha net karşılığı varken,örgüt olması durumunda sadece bilinen veya belirlenerek yakalanbilen kişilerin cezalandırılması adaletin tecelli ettiği kanaatini var etmez.Çünkü Kendisi var olup varlığını sürdüren bir örgütün yeni eleman bularak veya henüz yakalanamayan elemanları ile faaliyetlerine devam edeceği açıktır.Onun için devletin bütün kurum ve kuruluşları ile bu örgütün yapısının bilmesinde ve kamuoyuna duyurulmasında çok büyük yarar var.Böyle yapılmasının nedeni,devletin bilip fakat vatandaşın bilgi sahibi olmadığı ve hatta örgüt olduğu hakkında en ufak bir şüphesi olmadan,özellikle dini duyguların etkisi ile yardımda bulunması mümkündür.Bu düşünce son aylarda “Paralel yapı” denilen örgütün, insanların dinî duygularını kullanılarak güç kazandığı kanaati üzerine belirtilmiştir.Yoksa komünist,faşist ya da ırkçı veya etnisite üzerinden yapılanan örgütler de aynı şekilde değerlendirilmelidir.

Sakın ola ki özellikle son aylarda hız kazanan bu tür ihenetlerin tek amacının Başbakan Erdoğanı alaşağı etmek olduğu gibi bir düşünceye kapılınmasın.Amaç açıktır:Devleti birilerine (Uluslararası güçler) peşkeş çekerek,rahatça oyunlarını sergileyebilecek hainlerin,bilerek,isteyerek yaptıkları faaliyetlerdir.Milletimizin geleceğine kasteden bu yapıların yokedilmesi kaçınılmazdır.Bunu da devlet, millet adına üstlendiği eğemenlik hakkını kullanarak yapacaktır.

Bilindiği üzere bir zamanlar bu ülkede komünizm yasak idi.Çünkü devletin bu tür zararlı doktrinleri yasaklayabilme iradesi her zaman için vardır.Ölçü, devletin bekası, milletin huzur ve güveni değil mi?

O halde,Nizamülmülkün siyasetnamesinde şu hüküm dikkate alınarak derhal gereği yapılmalıdır: Dört nevi mücrim vardır ki,Padişah anların cürmünden iğmaz etmemelidir.( Yani,Padişah bu dört suçu görmezden gelemez ve mutlaka cezasını vermelidir.)
- Birincisi,memlekete kasteden adamdır,
- İkincisi,Padişahın haremine kasteden adamdır,
- Üçüncüsü,dilini tutmayan adamdır,
- Dördüncüsü,lisanen padişahla beraber olan ve kalben muhalifleriyle müttehid (birlikte) olarak anların âmiline (yaptıklarına) muvafık tedbir ittihaz eden âdemdir.”


















21 Mart 2014 Cuma

Kimse Ölmek İstemiyor

Yıllar boyu yaptığı hizmetler ile hep takdir ile kamuoyunda yer edinmiş olan Fethullah Gülen ve cemaati,önceleri Gezi eylemleri ile sonra Mavi Marmara olayında ki tutumu,daha sonra Mısır'da halkın iradesi ile ve sandıktan tercih ile meşruiyet kazanan Muhammed Mursi'yi darbe ile al aşağı eden Sisi yönetimini alkışlaması nedeniyle nefretin kaynağı oldu.

Nefret yerini, artık insanları bu cemaatin veya Hizmet hareketinin aleniyet kazanan faaliyetleri nedeniyle “yok edilmesi” noktasına getirdi.Daha önce açıktan destekleyen veya en azından sempati duyan ve Uluslar arası sahada görev yapması ve oradaki okullarında eğittiği çocuklardan oluşturduğu koro ile halk üzerinde olumlu sosyolojik algılar oluşturan bu cemaat nasıl oldu da bu noktaya geldi? Bunun bir çok izahı olabilir.Ancak bu son zamanlarda hareketin lideri ve kurucusu olarak bilinen Fethullah Gülen'in yazılarının okunması,açıklamalarının açıkça bilinen ve istikrai okumalar neticesinde varılan kanaat dehşet verici.Daha önce o mahzun,masum ve gayet safiyane hisler ile yapıldığına inanılan konuşmaların ve çalışmaların görünür ve algılanan biçimde olmadığı anlaşıldı.
Soldan ve sağdan siyasi çevrelerin desteğini almakta ki en büyük etken,diğer ülkleerde açmış okullar olduğu anlaşılıyor.Ecevit gibi bir insan bile Fethullah Gülen'i savunma ve koruma gereği duymuşsa,bunun Fethullah Gülen'e şakirt olmasından değil,özellikle dışarıdaki okulların oralarda oluşturduğu intibaadan kaynaklı olduğunu anlamak gerek.

İnsan doğası gereği ölümlüdür;fakat hiç kimse de gönüllü olarak ölüme razı değil.Derler ki Hz.İbrahim 200 yıl yaşadı.Bir gün çok yaşlı bir adam Hz.İbrahim'e misafir oldu.Yaşlı adam,üstünü başını batıracak şekilde yemek yemiş.Hz İbrahim çok üzülmüş ve sormuş:Sen niye böyle yemek yiyorsun,bak üstünü berbat ettin.Adam,bu davranışının yaşlılıktan dolayı olduğunu,gözlerinin iyi görmediğini,ellerinin titrediğin,dişlerinin olmadığını açıklamış.Hz.İbrahim: Allah'ım beni bu duruma düşürmeden canımı al,diye duada bulunmuş.Hz.İbrahim'in bu duasına şaşıran yaşlı adam,neden böyle bir duada bulunduğunu söylediğinde,Hz.İbrahim,onun durumuna düşmek istemediğini ifade etmiş.Yani o hale düşüp malul olmaktansa bilinci yerinde ve bakıma muhtaç duruma düşmeden ve insanların nazarında acınacak hale gelmeden gitmenin evla olduğunu ifade etmiş.O zaman yaşlı adam kendisinin Azrail olduğunu ve eğer musaadesi olursa canını almaya geldiğini açıklamış.Peygamberlerin ruhu onların izni alınmadan alınmazmış.Hz.İbrahim bu ani karşılaşma karşısında tereddüde düşmüş te olsa,vaktin geldiğini ve gitmenin evla olduğu inancı ile ölümü kabullenmiş ve teslim olmuştur.

Yaşlılık elbette kötü bir şey değildir.İnsanlar,mümkün olsa yaşlanmak istemezler ve hele ölmeyi hiç istemezler.Kaçınılmaz olan ölümden sonra da anılmak isteyenler,gençken yatıkları iyi işleri ölüm düşüncesinin bünye ve düşünceler üzerinde ki etkileri görülmeye,hissedilmeye başlar.Bu tip insanlar,sanki ölümden sonra dünyada bıraktıklarını görmek ister gibi davranışlar içerisine girerler.İşte yanlışlar,hatalar da tam bu tür düşünceler aşamasında başlar.

Kamuoyu ve devlet nezdinde ki itibarını bir anda yok eden Fethullah Gülen ve şakirtlerinin son zamanlardaki davranışlarının asıl nedeninin gittikçe yaşlanan Fethullah Gülen'in bir an önce yıllar boyu düşlediği ve emek vererek bir noktaya getirdiği hareketinin semeresini öte dünyaya gitmeden görme isteğinin neticesi olduğu gibi bir kanaat oluştu bende.Yoksa güzel güzel işleyen ve tepkiler yerine hem halk hem de devlet düzeyinde takdir edilen bir hareket neden ve niçin bu hale getirilsin ki?


Demek ki niyet samimi olmayınca,rezilet kaçınılmaz oluyor.

18 Mart 2014 Salı

Ak Parti Nedir,Erdoğan Kimdir?

Çok ciddi bir örgütlü yapılanmanın açıkça cephe almasına rağmen, Ak Parti'nin halk nazarında ki itibarının yok edilememesinin nedenleri mutlaka incelenmesi gereken bir husustur.Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki Ak Parti'ye karşı yapılan çalışmalarda sadece,CHP,MHP,BDP ve benzeri siyasal yapıların yanında ,legal görünümlü STK ve illegal örgütler el ele ve genellikle de ortaklaşa muhalefet çalışmaları yapmış ve devam ediyorlar.Biribirinden farklı fikir sahibi olduğu bilinen bu yapıların bir arada bulunmasının sebep ya da sebepleri nelerdir?Bu sebepleri sadece Başbakan'ın diktatör olduğu varsayımında birleştimek mümkün değil.Bir diktatörün olduğu ülkede Başbakanın anasına küfür edilemez,burada yazılması bile insan onur ve haysiyetine yakışmayacak kelimelerden oluşan cümleleri yazmak yürek ister.Oysa bu cephede bulunanların o yüreğe sahip olmadığı bilinir.Güçlüye kulluk bu insanların en belirgin özelliğidir.Başbakan'ın diktatör olmadığından öylesine eminler ki,rahatça yazıp çiziyorlar.

28 Şubat döneminde medyanın kahraman yazarları!,yargıçlar,işadamları,askerden brifing almak üzere koşa koşa gittiler.Çünkü o dönemde “ben demokrat,liberal,sosyalist bir adamım,askerden brifing almam,özgür irademi kullanma erkine sahibim” deme cesaretini kendilerinde bulamadılar.Adaletin temsilcisi insanların brifing sonrası paşalarını kesintisiz sekiz dakika süre ile alkışladıkları malum.Anayasa Mahkemesi,Yargıtay,Danıştay ve HSYK başkan ve üyelerinin yanısıra dönemin Cumhurbaşkanı Demirel hangi saiklerle bu toplantılara katıldıklarını kamuoyuna açıklamış değiller.Hani hukuk kimseden emir almazdı,hani kahraman yazrlarımız kimseden almazdı?


27 Mayıs 1960 darbesini askere yaptırıp,Başbakan Adnan Menderes'in,Dışişleri Bakanı fatin Rüştü Zorlu'nun ,Maliye Bakanı Hasan Polatkan'nın idamında çok önemli rol alanlara,İhtilali yaptık,Anayasa çalışmalarınızı getirin denildiğinde,bizim böyle bir çalışmamız yok,nasıl bir Anayasa istiyorsunuz diyenlerin,askeri nasıl kandırarak,”göreve çağırdıklarının” ilginç detayı olarak anlatılır.

Ordumuzun, belli periyotlarla ülkemizde darbe ve ihtilal yapmasının arkasında,hiç şüpheniz olmasın ki yazarlarımızın,akademisyenlerimizin,entellerimizin oturdukları yerde,illegal yapıların uçuk tercihlerine çanak tutmalarındandır.Binlerce öğrencinin yol çalışmalarında asfaltın altında dolgu malzemesi olarak kulanıldığı,Et Balık tesislerinde kıyma olarak kullanıldığı gibi,toplumu ve daha da fazlası ülkenin güvenliğinden sorumlu orduyu ajite edici düşüncelerin gerçekmiş gibi sunulması sanırım sadece bizim “düşünenlerimize” has bir özelliktir.Daha ilginci,bunların gerçek olmadığı biline biline inanmış gibi davranan ve histerik çılgınlıklarla destek çıkan bir kamuoyunun olmasıdır.Bu tür yalan iddialara destek verenlerin, oluşturulan algılar üzerinden hareket ile hedeflerine varabilme gayreti var.

Bugün Ak Parti'ye, daha doğrusu hareketin karizmatik lideri Erdoğan'a karşı tedavi kabul etmez derecede birikmiş bir kin var.Bu kin birikiminin oluşmasında en büyük etken,Erdoğan liderliğindeki Ak Parti döneminde yapılan çalışmalardır.İdeolojik öğretinin esiri olmuş ve o görüşlerin dışında var olan düşüncelere kapalı olan ve tek doğru bilgi kaynağının kendileri olduğuna inanan/inandırılan muhakeme ve yorum melekesinden yoksun insanların varlığı toplumlar için felâketin temel unsuru olarak maalesef varlığını sürdürmektedir.16 Mart 2013 tarihli Star gazetesi eki Açık Görüş'te, Selman Bayer tarafından :” Terry Eagleton'un dediği gibi,kendisine yaşadığını ispat edebilmek için ötekini yok etmenin çirkin hazzına kaptırıveren ergenlerden ibaret bir entelijansiya...” varlığına sahip olan bir toplumda yaşamaktayız.

Başka bir yerde yeniden yeşertilmek üzere sökülen birkaç ağaç için sokağa dökülen insanların,eylemlerinin hangi saiklerden kaynaklı olduğunu bilmeden;oluşturulan algı üzerinden,masum kesim tarafından da kabul edilebilir bir duruma getirilmesinde “ergen entelijansiyamızın” etkisi kabul edilmelidir.Sokaklarda terör estiren yığınları,”...sokağa inen vicdan seli..” diye yazmak,içinde yaşadığı toplumun değerlerinden bi haber olmanın ifadesidir.Yakıp yıkmadan;mağduriyetlerinin giderilmesi ve haklarının iadesi için sokağa çıkmayan “vicdan seli” ni görmeyenler,ya ihanet ya da gaflet içindeler.

“Yurtta sulh,cihanda sulh” düturunu,çağın zaman içerisindeki gelişmelerinden habersiz bir yaşam ve varolma gibi anlayanların, Erdoğan'a karşı gelmeleri kendi mantıkları ölçüsünde normaldir.Anlamını kavrayamadıkları ilkeleri, hayatlarının vazgeçilmez ezberi olarak kabul edenlerin varlığı, artık yenilenmenin,gelişmenin önündeki engel olarak görülmemesi gereken bir noktaya gelinmişse bunda Başbakan Erdoğan'ın etkisi çok fazladır.Toplum bunun farkına varmış ve Ak Parti'yi düzenin sıradan bir partisi olarak değil;geleceğini aydınlatacak yolda yürüyen ve isteklerini gerçekleştiren, toplumsal ve milli bir hareket olduğunun bilinci ile sahip çıkmaktadır.


Toplumsal mutabakatın neticesi olarak siyaset arenasında yer bulan Ak Parti sevgisini, klasik taraftar kriterleri ile değerlendirmek yanlış bir yöntemdir.

14 Mart 2014 Cuma

Sokak Eylemleri ve Figüran Gençler

          Ondört yaşında bir çocuk kendi iradesi ve kararı ile sokağa çıkıp,isyan hareketine katılamaz.Yani bu yaştaki çocuk reşit değil.Sosyal olaylarda nasıl davranması gerektiğine ilişkin  bilgi birikimine sahip dağildir.Bu yaştaki bir çocuk ancak telkin ve umut verme neticesinde sokağa eylem için çıkartılır.

Eylemlerlerde, sadece bir figüran olarak kullanılan gençler, örgüt /örgütler için  "çok kıymetli"  elemanlardır.Örgütler,normal zamanlarda ki "sosyal hayatın" sıradan gençlerini sokak eylemlerine katarak, yığın içerisinde "kimlik kazandırma" propagandası ile etkiliyor.O yaşlarda ki gençlerin en büyük hayali,basit bir hayat yaşarken medyanın etkisi ile kahramanlaştırılan insanlara benzemesidir.Özellikle aile eğitiminin yetersiz olduğu çocuklar "örgütler" için bulunmaz birer malzemedir.Örgütler,ideolojileri için kullanacağı insanları "malzeme" olarak görür.13 Mart 2014 tarihli Radkal gazetesinin internet sahifesinde,Berkin ile ilgili haberin başlığı: "Berkin Rekoru" şeklindedir.Berkin hangi rekoru kırmıştır.Aylarca makineye bağlı yaşaması mı yoksa o yaşta ölmesi mi?Bu başlığın amacı, Berkin yaşında ki gençlere: "Sizler de Berkin gibi,eylemlere katılıp öldüğünüzde işte böyle kahraman olur,binlerce insan tarafından toprağa verilirsiniz." demektir.

Gezi eylemlerinde günlük Twit sayısı yirmi milyon iken ,Berkin'in ölümü ile bu oran dünya çapında 70 milyon olmuş.Bir çocuğun ölümüne üzülmekten çok,Berkin'in ölümü ile, yapılan ve yapılacak olan sokak eylemlerine sağladığı etki oranı ölçülmektedir.Yıllar yıllar sonra Recep Tayyip Erdoğan gibi ne yaptığını ve niçin yaptığını bilen ve kamuoyu tarafından şimdiye kadar pek kimseye nasip olmamış bir sevgiye muhatap olmuş bir liderin varlığı,gizli emelleri olan bir çok kesimi çıldırtmaktadır.Çünkü bu "uzun adamın" varlığı devam ettiği sürece,eriyip yok olmaktan korkanlar,ne pahasına olursa olsun engelleme yolları arayışındalar.

Bütün siyasi partilerin,görünürde de olsa demokrasi istediği bir ülkede yaşıyoruz.Demokrasinin temel esası,herkesin fikrini engellenmeden söyleyebilmesidir.Yeter ki bu fikirler bir başkasının düşüncesine mani olmasın,en aykırı düşünce dahi olsa söylenebilme özgürlüğünde olabilsin.Cumhuriyetimizin, özellikle son on yılda giderek demokratikleştiği ve bu gelişmelerin devam edeceği inancı hakim.Ancak,tam da umutlandığımız zamanlarda olduğu gibi,demokratikleşme çalışmaları yapıldıkça bazıları çok rahatsız oluyor.Rahatsızlıklarını, ifade hürriyeti bağlamında kitlelere iletmek yerine,zor kullanmak tercih ediliyor.Zor kullananlar,topluma hitap edemeyen aykırı düşüncelere sahip olan kesimler.

Toplumun kabul etmediği düşüncelere sahip insanların varlığı kabul edilmesine karşın,bu insanların canlarının istediği zaman ve yerlerde,sokakları yakıp yıkması,esnafın malını talan etmesi gibi fiili eylemler hiç bir şekilde kabul edilemez.Bu tarz eylemlerin demokrasilerde yeri yoktur.Demokrasilerde şu var: Bir başkasının hürriyetini engellemeden, düşündüğünü söyleyebilme ve hak isteme özgürlüğü var.Azınlığın kendisini özgür hissettmesi var.Ülkemizde demokrasiyi kabullenemeyen,çatışmayı ideolojilerinin gereği olarak kabul edenlerin,hukuk içerisinde devlet tarafından müdahale görmesi çok normaldir.Polisin ve askerin demokrasilerdeki görevi,içeride ve dışarıda gelebilecek tehlikeler karşısında halkın huzurunu sağlamasıdır.

Özellikle Gezi eylemlerinden sonra,eğer "polis olmasaydı ,olaylar bu noktaya gelmezdi" argümanı bilinçli ve sistematik bir halde topluma enjekte edilmektedir.Berkin için toplanan binlerce insan yürürken polisin müdahalesi olmadı.Polisin müdahalesi ile karşılaşmayan eylemciler, defin işleminden sonra Taksim'e yürüyüşe geçme kararı verdiler.Neden? Çünkü amaç o ölen çocuk için tören yapmak değildi.Toplumumuzda azınlığın azınlığı olan,demokrasi düşmanı, ideoloji esiri militanların amacı, toplum üzerinde korku oluşturmak,meşru iktidarı yoketmektir.Bu tür azgınlıkların karşısında halkı korumak  için devletin gücünü kullanması demokrasinin tabii kuralıdır.Polisin müdahalesi ile karşılaşmayan militanlar,durduk yerde askerden üç ay önce gelmiş gencecik bir insan olan Burak Can Karamanoğlu'nu öldürdüler.Toplumun değer yargıları gözönünde tutularak;ortalık yakılıp yıkılmadan,talan yapılmadan, kılınan cenaze namazından sonra köyünde toprağa verildi.

Dini ve milli değerlerini muhafaza eden ve demokrasi ilkeleri çerçevesinde huzur içinde yaşamak isteyen; sesini sokakta değil,sandıkta veren kahir ekseriyeti çıldırtacak noktaya gelinmez inşallah.

5 Mart 2014 Çarşamba

Ak Partinin Alternatifi Var mı?

Demokrasi kurallarının işlediği bir ortamda Ak Parti iktidarının sonlandırılamayacağı kanaatine varan odaklar gayrı meşru yollara başvurdular.Artık bu gizlenen ve bilinmeyen bir husus değil.Ak Parti'nin iktidardan gitmesi veya kalması da aslında hiç önemli değil.Bu iktidarın kalmasını isteyenlerin esas amacı particilik de değildir.Hiç kimse bunların kara kaş,kara gözüne vurgun değil.

Yıllarca ezilen,insan yerine konulmayan,hep güdülecek adam olarak görülen insanlar bu iktidar sayesinde kimlik sahibi olduklarının farkına vardılar.Belki de ilk defa hür iradesinin meyvesini bu iktidar sayesinde aldılar.Medyanın desteğini de alarak oluşturulmaya çalışılan “şüphe algısı” bu sefer kabul görmeyecek.İnsanlar neyin niçin yapıldığının farkında.

Muhalefet grubunda yer alanlar,”bu iktidarın alternatifi yok” denildiğinde çıldırıyor.Ama şunu unutuyorlar:Ak Partiye oy vererek destekleyen %50'i ve çevresinin ihtiyaçlarına cevap verecek bir alternatif gerçekten yok maalesef.CHP,zaten Ak Parti tabanına tamamen yabancı,MHP ise tıpkı BDP gibi etnik temele dayalı milliyetçilik anlayışı ile yabancı...Mesela Ak Parti tabanı,bira festivali düzenleyen bir zihniyeti asla tasvip etmez ve desteklemez.

Halkın Ak partiye destek nedenleri çok uzun uzadıya anlatılabilir;fakat buna hiç te gerek yok.İktidarın on yılda, her alanda yaptıkları ve özellikle insan haklarına ilişkin ortaya koyduğu kazançlar ortada.Yeniden isimlendirilerek kurulan devletin,Osmanlı bakiyesi topraklar üzerinde ve Osmanlı halkı tarafından kurulduğu da unutulmamalıdır.

Dünyanın o günkü değişimlerine karşı olmayan ve canını feda edecek derecede yeni bir devletin kurulması için mücadele eden halk, örneğin Laiklik ilkesi bahane edilerek horlandı,küçümsendi,başına gelmedik hal bırakılmadı.Devrim ilkelerinin halk tarafından kabul edilmeyeceği düşüncesiyle sert uygulamaların devlet tarafından yapılmasının bir zorunluluk olduğunu savunanlar var.Oysa görüyoruz ki halk ile mutabakat sağlanarak yapılan devrimler,hiç bir sıkıntıya neden olmadan gayet tabii bir şekilde kabul görüyor.

Verdiği oy ile ülke yönetiminde söz sahibi olduğunu gören insanların,kendilerine çok yakın gördükleri Başbakan'ı ve partisini bırakmaları söz konusu dahi olmaz.Halkın içinde yaşayan insanlar, bunun böyle olduğunu görüyor.

Aslında son aylarda, ülkeyi hiç haketmediği bir şekilde yıpratan,ekonomik zararlara yol açan kalkışmanın ardında olduğuna inanılan Fethullah Gülen ve cemaatinin tutumu halkı daha da bilinçlendirdi.”Eski Türkiye” insanı yok artık.Şimdi her duyduğu ve her gördüğüne inanmayan;fakat sorgulayan ve mantık süzgecinden geçiren insanlar var.Bu insanları sokaklarda bağırırken,esnafın dükkanını yağmalarken göremezsiniz. Onlar sessiz çoğunluktur.

Dini, bir tek kendilerinin anladığı inancında olan bir cemaatin gerçek yüzü ortaya çıkınca,daha önce Ak Parti ile hiç bir alakası olmayan insanlar bile bu son kalkışmanın neden yapılmak istendiğini anladılar.Şimdi mevcut iktidarın maruz kaldığı konular hakkındaki iddialar,güvenilirliğini yitiren ve Uluslar arası istihbarat örgütleri ile işbirliği yaptığına inanılan bir cemaat tarafından desteklenmesi ciddiyetten uzak görülmektedir.

Karşı medyanın bütün çabalarına rağmen,mevcut iktidarın yerine gelebilecek bir alternatif olmadığı görülmektedir.Halk, eski Türkiye'ye” dönmekten korkuyor ve bu iktidarın devamından yana tavır koymaktan vazgeçmiyor.

Halk üzerinde “korku ve ümitsizlik algısı” oluşturmak için çaba harcayanlar,yapacaklarını anlatsalar belki de “alternatif” olarak görülebilirlerdi.





26 Şubat 2014 Çarşamba

Montaj Kasetler İle Siyaset

Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belli idi.Ülke genelinde yapılan yerel seçimler,genel seçim seviyesinde yürütülen çalışmalar ile devam etmekte.Siyasi partilerin,icraatlerine ilişkin propagandalarının yanısıra artık varlığından şüphe edilmeyen “Paralel Yapı” tarafından organizeli bir şekilde gündeme bırakılan sansayonel haberler de bir hayli dikkate alınıyor.Başbakan ile oğlu arasında geçtiği iddia edilen kaset duyulur duyulmaz başta CHP olmak üzere olağanüstü toplantı yapanlar oldu.Bu tür toplanmaların amacı,kaset çirkefliğine karşı çözüm üretmek ya da kınamak değil;nasıl yararlanabiliriz hesabını yapmaktır.Hiç bir teknolojik bilgiye bile ihtiyaç olmaksızın montaj olduğu belli olan bir kasetten yola çıkarak siyaset yapmak çok çirkin.
Bilgi çağı da denilen zamanımızda,teknoloji üstün hizmetleri ile haberleşmede oldukça kolaylık sağlamaktadır.Nerede olursak olalım habersiz kalmıyoruz.

Haber almak,haberleşmek bir ihtiyaçtır.Bunun kolaylığını sağlayan teknoloji aynı zamanda,kötü ve çirkin haberin yayılmasını  da inanılmaz bir hızla sağlamaktadır.Çok çeşitli kaynaklardan gelen haberlerin doğruluğunu tespit bir hayli zor.Sesli,görüntülü montaj işleri kolaylaşmış ve bunu iş edinen düşük ahlak sahibi insanlar da bir hayli çoğalmıştır.Hatta bu tür uydurma haberlerin organizeli olduğu ve bu yolla belli bir güç sahibi olan,kötü emelli yapıların olduğu da bilinmektedir.

Haberin kutsiyeti, doğru olmasındandır.Yalan haber,insan olmanın tabii değerleri açısından “pislik” hükmündedir.Pislik, varlığı nedeniyle tiksinilen,iğrenilen ve herkesin hızla uzaklaştığı “şeyler” değil mi?Yalan pisliktir,iftira pisliktir,gıybet pisliktir.Uydurma haber pisliğin en rezil ve en 'pisin pisi'dir.
İçinda varolduğumuz sosyal hayatın temelindeki 'güven kaynaklı huzurlu ortamın' bozulmasını yalan haberlerle sabote edenlerin, hem insanlar nazarında değerleri yoktur,hem de Allah indinde...İnsanlar biribirine karşı güven kaygısı duygusuna kapılmamalıdır.Ancak maalesef,sosyal hayatın genel hatlarını içeren dini,milli ve ailevi değerlerimizin yerini giderek, seküler değerler  almaktadır.Sonuç ortada...

İlahî kitabımız Kur'an'ın Hucurât Suresinin 6.ayetinde,bir fasık bize bir haber getirdiğinde o haberin iç yüzünü araştırmamız  gerektiğini,aksi takdirde bilmeden bir topluluğa -ya da bir millete- fenalık etmiş olacağımızı buyurmaktadır.O pişmanlığı yaşamamamız için haberin aslını öğrenmek,araştırmak bir görevdir.Hatta bazen haber doğru olsa bile aleniyetin kazandırılmaması gerekebilir.İki insan arasında yaşanmış ve gizli kalması gereken özel bir hususu kamuoyuna aktarmanın nasıl bir yararı var diye düşünmek gerekir.Yine Hucurât suresi 12.ayetinde,zannın bir kısmının “suç” olduğu,biribirimizin kusurlarını,gizli hallerini araştırmamamız gerektiğini ölü kardeşimizin etini yemeye benzeterek bizleri şiddetle bu durumlardan kaçınmamızı emretmektedir.

Toplumun huzurunu bozmaya ve ülkenin gelişimini engellemeye,insanların mutluluğunu önlemeye yönelik olduğu bilinen ve psikolojik metodlardan da yararlanılarak uydurulan veya deşifre edilen haberlere rağbet edilmemesi icab etmektedir.Kur'an'ın ifadesiyle, sonucu toplumu dejenere etmek olan ajitasyon haberlerden "tiksinerek" kaçınmamız mecburiyetimiz var.Hele özel hayatın kutsiyeti hiçe sayılarak üretilen haberlerden mümkünse “bi haber” olmak daha hayırlıdır.Teknolojik imkânlarla öylesine gerçekmiş gibi haberler uyduruluyor ki araştırılmadığında adeta inanmamak mümkün olmuyor.

Seferde Mehter marşı çalınırken,iki adım ileri,bir adım geri gitme eylemi ile bazıları dalga geçer.Oysa orada verilen mesaj,bir boksörün yerinde durmaksızın bazen ileri ataklar yapması bazen de geri çekilme hareketleri ile uygun zaman olduğuna inandığı anda rakibine yumruğunu vurması gibidir.İki ileri, bir geri adım ile köslerden ve diğer aletlerin çıkardığı ve yüreklere korku veren müziğin ritminden doğan seslerle ordunun heybetini,düşmanın yüreğinde oluşturulan korkunun  hissini iyice vurgulamaktır.Özellikle son yıllarda “umut olan insanların” ellerinde olduğuna inanılan devletin,milletin menfaatine matuf,olumlu çalışmalarının sekteye uğratılması çalışmalarını ilke edinmiş partiler,sosyal gruplar,ideolojik oluşumlar,cemaatler v.b çeşitli yapılar var.Bunlar hiç bir zaman normal yollardan esas fikirlerini ifade etmezler,amaçlarını sinsi bir şekilde yürütürler.Zaman zaman demokratik ortamın dinginliğinde normal gibi görünen "yapılar" deşifre olmamak için genelde Mehter misali iki ileri bir geri pozisyonlar alabilmektedirler.

Ülkemizde, işler rayında yürüyor derken  bir yalan haber ve dedikodu ile kamuoyu üzerinde korku ve şüpheler uyandırılmaktadır.Bu şekilde yeni ilerlemelerin önüne geçildiği gibi yapılmakta olan çalışmalar da sekteye uğratılmaktadır.Niyeti belli olan bu yapıların bazen söyledikleri ile insanlar üzerinde doğru imiş düşüncesine sevk eden algılar  da oluşturulabilmektedir.Bu algının oluşturulmasında en büyük pay medyaya aittir.Art niyetli yapıların hedeflerini,amaçlarını doğru ve açık bir şekilde ifade etmemeleri insanları yanıltmamalıdır.

19 Şubat 2014 Çarşamba

Dört Mezhap İmamı ve Fethullah Gülen



Daha neler göreceğiz. İhtiras, insanları belki de daha önce hiç düşünmedikleri yollara sevk ediyor insanı. Çaresizlik zamanlarında şeytanın da yardımları ile insanın beyni çok hızlı faaliyete geçer ve daha önce hiç düşünülmeyen fikirleri insanın kafasına yerleştirir. Tıpkı bir hırsızın, bir katilin yani kısaca bir suçlunun kendisini savunma ve haklı çıkartma uğruna uydurduğu senaryolar gibi. Suçlunun tek amacı kendisini kurtarmak ve mümkünse uydurduğu senaryolar ile dikkatleri başka yöne çekmek ve böylece yaptığı kötü fiilin cezasından kurtulmaktır.
Suçlunun psikolojik davranışlarını bilen dedektifler ise, içten içe suçlunun bu hallerine gülerler. Çünkü yalanda sadakat yoktur. Öyle bir an gelir ki suçlu sorgulandıkça bir önceki sorgusunda söylediği yalanı unutur, çözülme başlar.
Toplumun nezdinde bir hayli itibarı olan bir cemaatin, devleti ele geçirme hırsı nedeniyle içine düştüğü durum hakikaten üzüntü vericidir. Türkiye’de siyaset yolu herkese açıktır. Cumhuriyet rejiminin en temel özelliği, yönetimin bir aile veya hanedan da değil de halkta olma imkânını sağlamış olmasıdır. Yoksa Özal’ın, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasına imkân ve ihtimal olur muydu? İşleyişinde zaman zaman aksamalar olsa da Cumhuriyetin sahibi olan millet, onu yeniden olması gereken şekilde çalıştırır.
Siyasi parti kurmak ve fikirlerini alenen ifade imkânı olan yerde, bu yolu tercih etmeyip; başka yollardan iktidar olmanın güçlüğü bilinmelidir. Çünkü bu millet gizli kapaklı işlerden illallah demiştir. Şaibeli hiçbir örgüt halkın onayını alamaz. Meğerki bu gizli kapaklı işlerin peşinde olanların arkasında silahlı bir güç olsun.
Her geçen gün giderek demokratikleşen Cumhuriyette, silahlı güç nerede olması ve nerede durması gerektiğinin bilincinde olarak görevinin başındadır. Yani artık askeri darbelerin yapılmasını umut edenlerin hevesleri kursaklarında kaldı.
Zaman Gazetesi yazarlarından Ekrem Dumanlı, dört mezhep imamının hayatlarına ilişkin yazı yazmış. Yazabilir ama zamanlaması meşhur deyişle oldukça “Manidar.”
Gönül ister ki gönül ehli insanlar, bırakın eziyeti, işkenceyi en ufak bir serzenişe bile muhatap olmasınlar. Ama mademki insanız her şey istediğimiz gibi olmuyor.1980 öncesi beş bin genç öldürüldü. Otuz küsur sene süren bir terör ile kırk bine yakın insan öldürüldü. Bunların olmasını ehli insaf hangi insan ister ki? Bir Başbakan ve iki bakan asıldı, bir Cumhurbaşkanı şaibeli bir şekilde öldü. Bunun hesabını evvela Allah sorar, sonra tarih sorar.
Mezhep imamları, zamanlarının yöneticileri tarafından kendilerine teklif edilen devlet makamlarını kabul etmedikleri veya kendilerine hak kazandıracak davalarda fetva vermedikleri için çeşitli işkence ve haksızlıklara maruz kalmışlardır.
                Ekrem Dumanlı’nın yazısının başlığını görür görmez, insanın aklına nedense Fethullah Gülen geliyor. Aralık 2013 ayından beri gündemde olmasından mıdır, nedir bilemiyorum.
                İmam-ı Azam’ın, İmam-ı Şafii’nin, İmam-ı Hanbelî’nin ve İmam-ı Maliki’nin suçu var mıydı yok muydu, merak edenler araştırır, okur ve öğrenir. Benim merak ettiğim Fethullah Gülen ismi zikr edilen imamlar mesabesinde birisi midir? Hâlbuki bizler onu, bilinen İslâm’ı iyi anlatan bir vaiz olarak ve insanları hayra teşvik eden biri olarak bilirdik.17 Aralık 2013 tarihinden itibaren bambaşka bir Fethullah Gülen aniden karşımıza çıkıverdi. Şoktayız…
            Said-i Nursî’nin külliyatını okumamış ta olsam, hayatı hakkında az çok bilgi sahibi ve muridlerinin söylediklerini dinleyen birisi olarak, Sayın Fethullah Gülen’in bambaşka kulvarlarda dolaştığını görmek çoğu insan gibi beni de şaşırttı. Bu yollara tevessül etmeden de iktidara talip olunabilirdi. Demek ki “güç” insanı belki de istemeden başka güzergâhlara götürebiliyor.
            Şehzade Mustafa’nın ölüme mahkûm edilmesinin asıl nedeni Kanunî’nin iktidarına son vermek istemesi değil miydi? Devlette tek ses vardır. Bir zamanlar bu ses padişah idi. Şimdi sandıkta halkın teveccühünü kazananlardır.
            Dört mezhep imamının siyasi hırsları ve devleti ele geçirme gibi emelleri olmamıştır. Hatta bu zatların imamet iddiaları da olmamıştır. İktidar hırsları olmayan bu insanların günümüzün siyasi çıkar hesaplarına alet edilmesi ayıptır. Belki de sizin böyle bir düşünceniz yoktur da ben güncelliğin etkisinde kalarak bir bağlantı kuruyorumdur. Ama netice itibarıyla siyaset yolu herkese açıktır. Gizli kapaklı şifreli işler tehlikelidir ve Müslüman’a asla yakışmaz.
Milletin kalbinde yer edinen bir iktidarın önüne engeller koymak ile kazanan bizler olmayız. Ülkenin ve milletin hayrına olan işlerde yarışmak bize yakışır.